Tureng - iddia etmek - Türkçe İngilizce Sözlük

iddia etmek ne demek

iddia etmek ne demek - win

Büyük SJW Ansiklopedisi

SJW (social justice warrior) bir kültürel/politik akım olarak Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın özellikle son 10 yılına damgasını vurdu. Lakin, Türkiyede yaşayan ve şu an en başta Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden şeriatçı ve onun çomarları gibi çok daha büyük dertleri olan insanlar bu akım hakkında pek bilgi sahibi değil.

Kökeni

Her ne kadar şimdiki kadar radikal olmasa da, SJWnin ilk ortaya çıkışı 1930lar Weimar Almanya’sına rastlar. Frankfurt Üniversitesinde özellikle sosyoloji ve psikoloji çalışan akademisyenler Marx’tan ilham alarak Alman toplumunun sorunlarının “köküne inmeyi” amaçlamışlardır. Özet olarak bir çok adaletsizliğin esasında milliyetçilikten, evlilik öncesi seks yapmamak tarzı geleneklerden ve çekirdek aile yapısından kaynaklandığını iddia etmişlerdir.
Bu bağlamda Alman toplumunun gelenekselci patolojilerden muzdarip olduğu fikrini yaymaya çalışmışlardır. Dikkat çekici bir başka konu ise Frankfurt Okulu ideologlarının neredeyse hepsinin Yahudi olmasıdır. Birinci dünya savaşından hemen sonra Sovyetler destekli Bolşevik darbe girişimine (Kapp Putsch) liderlik eden herkesin Yahudi olması ile zaten Almanya’da ciddi şekilde artan Yahudi düşmanlığı, Frankfurt Okulu’nun radikal fikirleri dolaysıyla yeniden alevlenmiş ve Nazi’ler iktidara yürürken bu akademisyenlerin yazdığı metinleri “işte içimizdeki Yahudi hainler böyle düşünüyor” diyerek yaymışlardır.
Bu akademisyenler ikinci dünya savaşı sırasında soykırımdan Amerika, California’ya kaçmışlardır ve fikirlerini asıl burada olgunlaştırmışlar. Zaten, şu an da SJW ideolojisinin Mekke’si açık ara farkla California’dır.

Felsefesi

Ortodoks Marksizmin sınıf çatışmasını ırk, kültür ve cinsiyet çatışmasına çevirmiştir. Bu bağlamda Marksizmdeki “ezen sınıf” olan burjuvazi “heteroseksüel beyaz erkek” ile yer değiştirmiş, “ezilen sınıf” olan işçilefakirler ise “siyahlar, latinler, kadınlar, homoseksüeller” ile değiştirilmiştir.
Ana fikir şudur: insanlar doğuştan gelen özelliklerine göre sınıflara ayrılmıştır ve tarihin başından beri beyazlar siyahları, heterolar homoları, erkekler kadınları ezmiştir ve toplum radikal şekilde dönüştürülmeden bütün toplumsal adaletsizliklerin temeli olan bu döngü sona eremez. Hiç bir yazılarında ortodoks Marksizmin temel taşı olan “işçi diktatörlüğünden” bahsedilmez ama benim gözlemlerime göre bu felsefenin hedeflediği ütopya ise “siyahların, eşcinsellerin, kadınların diktatörlüğü”.
Neo-Marksizm veya kültürel Marksizm olarak adlandırılan bu akım zaman içinde Batı akademisinde ciddi güç kazanmış ve komünizmin yıkılması ile Batı solunu ele geçirmeye başlamıştır.

Terminolojisi

Sloganları

Vs...
submitted by Lumpy-Ad9393 to KGBTR [link] [comments]

SCP-049

Madde: SCP-049
Nesne Sınıfı: Öklid
Özel Saklama Prosedürleri: SCP-049, Site-19 Araştırma Sektör-02 de standart güvenlikli insansı muhafaza hücresinde tutulmaktadır. SCP-049 bir yere nakledilmeden önce mutlaka uyuşturulmalıdır. Nakil sırasında SCP-049 3.Seviye İnsansı Kısıtlama Kelepçeleri (tasma ve uzatma çubukları dahil) ile sabitlenmeli ve en az iki silahlı koruma tarafından izlenmelidir.
SCP-049 genellikle vakıf çalışanları ile iş birliği yapsa da ani davranış değişiklikleri ve taşkınlık durumlarında güç kullanılması gerekmektedir. Bu taşkınlık anlarında hiç bir personel kesinlikle 049 ile doğrudan temas etmemelidir. Lavantanın (L. multifida) SCP agresifleştiği zamanlarda sakinleştirici etkisi olduğu görülmüştür. SCP-049 sakinleştikten sonra genellikle uyumlu haline geri döner ve direnmeden muhafaza hücresine dönecektir.
SCP-049'un muhafazasını kolaylaştırmak için iki haftada bir, yakın zamanda ölen bir hayvanın (genellikle bir sığır veya diğer büyük memeli) cesedi sağlanacaktır. SCP-049-2 örnekleri haline gelen cesetler, SCP-049'un muhafaza hücresinden çıkartılmalı ve yakılmalıdır. SCP-049'un artık insan denekler ile etkileşime girmesine izin verilmemektedir ve insan denekler için talepleri reddedilecektir.
Geçici Sınırlama Prosedürü Güncellemesi: (Bkz. Ek 049.3) Muhafaza Komitesi Emri 049.S19.17.1 ile artık SCP-049'un herhangi bir Vakıf personeli ile doğrudan etkileşime girmesine izin verilmemektedir. Aynı zamanda ameliyatlarında kullanmak için herhangi bir ceset de sağlanmayacaktır. Bu karar, SCP-049'un muhafazası ile ilgili bir uzlaşıya varılana kadar süresiz olarak devam edecektir.
Açıklama: SCP-049 1.9 metre civarında, ortaçağ veba doktoru görünümünü taşıyan insansı bir varlıktır. SCP-049 bu mesleğin göstergesi olan cübbe ve seramik bir maske giyiyor gibi gözükse de bu giysiler SCP-049'un vücudunun bir parçasıdır ve altındaki form neredeyse ayırt edilemez haldedir. Buna rağmen röntgenler SCP-049'un bu katmanın altında insansı bir iskelete sahip olduğunu göstermektedir.
SCP-049 çeşitli dillerde konuşma yeteneğine sahip olsa da İngilizce ve ortaçağ Fransızcasını tercih etmektedir.1. SCP-049 genellikle vakıf personeline karşı samimi ve iş birliği içerisinde olsa da "Veba" olarak adlandırdığı şeyin varlığını hissettiğinde huzursuz veya direkt agresif hale gelmektedir. Bu Veba'nın tam olarak ne olduğu Vakıf araştırmacıları tarafından bilinmese de SCP-049 için büyük bir endişe kaynağı olduğu görülmektedir.
SCP-049, Veba'dan etkilendiğini gördüğü bireylere karşı saldırgan hale gelir. Böyle bir durumla karşılaşılırsa hemen kontrol altına alınmalıdır. Eğer bırakılırsa bu bireyleri öldürmeye çalışır. SCP-049 doğrudan temas ile bir organizmanın bütün yaşam fonksiyonlarını durdurma yeteneğine sahiptir. Bunun nasıl olduğu şu anda bilinmemektedir ve SCP-049'un kurbanlarının otopsileri sonuçsuz kalmıştır. SCP-049, bu cinayetlerden sonra hayal kırıklığı ya da pişmanlık duyduğunu ifade ederek, "Veba"yı bitirmek için çok az şey yaptıklarını belirtmesi ile taşıdığı siyah bir doktor çantasında bulunan aletleri kullanarak ceset üzerinde ilkel bir ameliyat yapmaya çalışacaktır.2. Bu ameliyatlar her zaman "başarılı" olmamakla birlikte, genellikle SCP-049-2 örneklerinin oluşturulmasına neden olur. SCP-049-2 örnekleri, SCP-049 tarafından yönetilen yeniden canlandırılmış cesetlerdir. Bu örnekler, sadece temel motor beceriler ve tepki mekanizmalarına sahiptir, önceki anılarına veya zihinsel işlevlerine sahip değil gibi görünmektedirler. Bu varlıklar genellikle çok az hareket eder ve aktif değildir. Eğer provoke edilirse veya SCP-049 tarafından yönlendirilirse son derece agresif olabilirler. SCP-049-2 örnekleri aktif biyolojik fonksiyonlara sahiptir, ancak bunlar şu anda anlaşılmış olan insan fizyolojisinden çok farklıdır. Bu farklılıklara rağmen, SCP-049 kurbanların "iyileştiğini" belirtir.
Ek 049.1: Keşif
SCP-049, Güney Fransa'daki Montauban kasabasında bir dizi kaybolma olayının araştırılması sırasında keşfedildi. Yerel bir konuta baskın sırasında araştırmacılar, SCP-049'un yanı sıra birkaç SCP-049-2 örneği buldular. Kolluk kuvvetleri saldırgan 049-2 örnekleri ile çatışırken, SCP-049'un bu olayı izlediği ve günlüğüne notlar aldığı belirtildi. 049-2 örneklerinin tümü imha edildikten sonra, SCP-049 kendi rızası ile Vakıf gözetimine girdi.

Keşfedilme anında SCP-049
Aşağıdaki görüşme Doktor Raymond Hamm tarafından ilk araştırmalar sırasında yapılmıştır:
Görüşmeyi Yapan: Dr. Raymond Hamm, Site-85
Görüşülen: SCP-049
[KAYIT BAŞLANGICI]
SCP-049: (Fransızca) Pekala, nasıl başlamak istersiniz? Kendimizi tanıtalım mı?
Dr. Hamm: (Diğer tarafa dönerek) Fransızca mı bu? Bir tercüman bulabilir miyiz-
SCP-049: (İngilizce olarak) Kralın İngilizcesi… Tercümana gerek yok efendim, yeterince iyi konuşabilirim.
Dr. Hamm: Güzel. Adım Dr. Raymond Hamm ve-
SCP-049: Ah! Bir doktor! Şüphesiz ki benzer görüşlere sahibiz. Uzmanlık alanınız nedir beyefendi?
Dr. Hamm: Kriptobiyoloji, neden-
SCP-049: (Güler) Bir tıp insanı, tıpkı benim gibi. Harikulade! Ben de sıradan sokak serserileri tarafından kaçırıldığımdan endişe etmeye başlamıştım. (Etrafa bakarak) Bu yer, öyleyse. Burası sizin laboratuvarınız mı? Gayet temiz ve vebadan neredeyse hiç iz yok.
Dr. Hamm: Veba mı? Ne demek istiyorsun?
SCP-049: Afet! Kara ölüm. Bilirsiniz… ah…(parmakları ile şakaklarına vurarak) …ne diyorlardı buna… şey… ah, her neyse önemi yok. Veba. Bu duvarların dışında fazlasıyla mevcut. Bir çoğu buna yenik düştü ve çok daha fazlası düşmeye devam edecek. Ta ki mükemmel bir tedavi geliştirilene kadar. (Arkasına yaslanarak) Neyse ki, onu bulmaya çok yakınım. Görüyorsunuz ki hayattaki görevim dünyayı bu vebadan kurtarmak. Bütün tedavileri bitirecek gerçek bir tedavi!
Dr. Hamm: "Kara ölüm" derken bubonic vebadan mı bahsediyorsun?
SCP-049: (Duraksar) O nedir bilmiyorum.
Dr. Hamm: Anlıyorum. Ajanlarımızın o evde bulduğu varlıklar, sen onlarla karşılaştığında ölülerdi değil mi? Onları yeniden mi canlandırdın?
SCP-049: Hmm, öyle de denilebilir. Olaylara çok basit bakıyorsunuz doktor. Ufkunuzu genişletin. Yaşam ve ölüm, hastalık ve sağlık.. Bunlar amatör doktorlar için amatör terimlerdir. Bu dünyada insanları ilgilendiren tek bir illet vardır ve o da Veba. Başka hiçbir şey değil. Beni yanlış anlamayın, onlar çok hastaydı, hem de hepsi.
Dr. Hamm: Sen de o insanları iyileştirdiğini mi düşünüyorsun?
SCP-049: Elbette. Benim tedavim en etkilisidir.
Dr. Hamm: Fakat o şeyler artık insan değildi.
SCP-049: (Duraksayarak Dr. Hamm a bakar) Evet, bu mükemmelbir tedavi değil. Fakat zamanla olacak. Ve daha fazla deneyimle. Yöntemlerimi geliştirmek için bütün hayatımı harcadım doktor Hamm, gerekirse bir ömür daha harcayacağım. Şimdi, fazla vakit kaybettik. Yapacak işlerimiz var! Kendi araştırmama bölünmeden devam edebileceğim bir laboratuvara ihtiyacım olacak. Ve asistanlar elbette, tabii bunu kendim de sağlayabilirim. Zamanla… (Güler)
Dr. Hamm: Kurumumuzun buna izin vereceğini sanmıyorum-
SCP-049: Saçmalık. Burada hepimiz bilim insanlarıyız. Önlüğünüzü alın ve odamı gösterin doktor. (bastonu ile işaret ederek) İşimiz şimdi başlıyor.
[KAYIT SONU]
Görüşmecinin Notu: SCP-049 son derece insani bir şekilde iletişim kuruyor olsa da varlığın yanında bulunuyorken garip bir huzursuzluk hissedilmektedir. Bu varlıkta gerçekten tuhaf bir durum var.
Ek olarak, SCP-049'un etrafa sallayıp durduğu bastonuna el koyduk. Bu, kısmen anomalilerin mülkiyetleri için sınırlama prosedüründen dolayı, kısmen de 049'un onu sallarken çok tehditkâr durması sebebiyle yapıldı. Varlık başta bundan hiç memnun kalmasa da ona test için denekler sağlama konusunda tavizler verdikten sonra (ki bu daha fazla bizim araştırmalarımız yararına) durumu kabullendi.
Ek 049.2: Gözlem Kaydı
SCP-049, Site-19'da muhafaza altındayken, kendisine sağlanan çeşitli memeli cesetleri üzerinde çalışmak ve ameliyat etmek için önemli miktarda zaman harcadı. Rutin olarak, SCP-049 cesedi ameliyat etmek için birkaç gün harcayacak daha sonra (cesedin SCP-049-2'nin bir örneği olup olmaması fark etmeksizin) bulgularını doktor çantasında sakladığı kalın, deri bir günlükte belgelemek için birkaç gün daha harcayacaktır. SCP-049 genellikle bulgularını Vakıf personeli ile paylaşmaya heveslidir.
Aşağıdakiler, SCP-049 bir memeli cesedi üzerinde çalışırken gözlemlenen olayların bir günlüğüdür.
Gözlem Kaydı 049.OL.1 Özet
Konu: SCP-049
Önsöz: Denek (D-85123) SCP-049'un muhafaza hücresine getirildi. Varlık, araştırmacılar ve personele içten minnettarlığını sunduğunu belirtti.
Gözlem Notları: SCP-049 araçlarını çantasından çıkarırken denek D-85123'e birkaç standart tıbbi soru sorarak başladı. Hazırlıklarını bitirdikten sonra SCP-049 onunla arasındaki arasındaki mesafeyi hızlıca kapattı ve boğazına dokunarak öldürdü. Sonrasında SCP-049 derneğin cesedinin yapısında bir dizi önemli değişiklik yaptı, genellikle bir el pompası ve bakır tüpler yardımı ile cesede bir takım sıvılar enjekte etti. Sonuç olarak ortaya çıkan 049-2 örneği hareketli hale geldi. 049 tarafından modifiye edilmiş kollarını savurarak hücrenin duvarlarını kavramaya ve göğsündeki delikten hırıltılar çıkarmaya başladı. Bu süre zarfında, SCP-049'un günlüğüne notlar aldığı, izleme ve araştırma personeline tedavisinin etkinliği hakkında açıklama yaptığı gözlemlenmiştir. Güvenlik personeli SCP-049'u hücresine götürmek için odaya girdi ve SCP-049-2 örneği tarafından saldırıya uğradı. Güvenlik ekibi 049-2 örneğini imha etti. SCP-049, sonuçlardan memnun olduğunu belirterek direnç göstermeden muhafazaya geri döndü.
Gözlem Kaydı 049.OL.2 Özet
Konu: SCP-049
Önsöz: Yakın zamanda ölen bir keçinin cesedi SCP-049'a verilmiştir. SCP-049 minnettarlığını belirtti.
Gözlem Notları: SCP-049, birkaç gün boyunca keçi cesedini ameliyat etti. Sonunda işlem bir SCP-049-2 örneğiyle sonuçlandı. SCP-049 bu sonuçtan memnuniyet duyduğunu ifade etmesi ile beraber, "hastalık hala başlangıç ​​aşamasındaydı. Veterinerlik pratiğim, fazla gelişmiş değil ancak hasta işleme iyi yanıt verdi." dedi.
Gözlem Kaydı 049.OL.3 ÖZET
Konu: SCP-049
Önsöz: SCP-049'a yakın zamanda ölen bir orangutanın cesedi sağlandı. SCP-049 orangutan ve insan fizyolojilerindeki benzerlikler nedeniyle memnuniyetini belirtti ve şükranlarını sundu.
Gözlem Notları: SCP-049 orangutan üzerinde birkaç gün çalışarak, birkaç kez yeniden canlandırdı. Fakat, SCP-049, deneyimlediği sonuçlardan hoşnut görünmedi ve ek çalışmalarından önce yaratığı üç kez yeniden canlandırdı. Beşinci kez yeniden canlandıramadıktan sonra cesedi yakmaları için Vakıf personeline teslim etti. "Bundan çok şey öğrendim, ancak önceki iyimserliğimin yanlış olduğundan korkuyorum. Daha önce tedavi çalışmalarımda böyle bir engele denk gelmemiştim. Bunun gibi başka denekler araştırmamın ilerlemesine çok yardımcı olacaktır." diye belirtti.
Gözlem Kaydı 049.OL.7 TAMAMI
Konu: SCP-049
Önsöz: SCP-049'a yakın zamanda ölen bir büyükbaş cesedi verilmiştir. Bu seçimden dolayı memnuniyetsizliğini bildirmesine rağmen yine de kabul etti.3.
Gözlem Notları: SCP-049, büyükbaş hayvan cesedi üzerinde çalışarak birkaç gün geçirdi. Sadece talep ettiği, kurutulmuş et, ince krakerler ve sert peyniri yemek için mola verdi.4. SCP-049 önce cesedin mumyalanmasıyla başlayarak, çantasından her biri farklı, koyu bir sıvı içeren bir dizi uzun şırınga çıkardı. SCP-049 bunları 'sıvıların özleri' olarak tanımladı ve şu şekilde açıkladı, "Veba vücutta sistemik dengesizliğe yol açar, bu durumda tedavi uygulanmadan önce vücuttaki özlerin dengelenmesi lazımdır yoksa bünye tedaviyi reddeder"5
Sonraki birkaç gün içinde, SCP-049, sığır cesedinin organlarını bir dizi büyük metal aletle ayarlamak için önemli miktarda zaman harcadı. Sekiz gün sonra SCP-049, paratoner benzeri bir alet üretti. Dr. Hamm bunu bir şok cihazı ile değiştirerek cesede çeşitli yerlerinden elektrik verdi. Bu eylem, başın tersine ve uzuvların da tuhaf yönlerde olmasına rağmen sığırı yeniden canlandırmayı başardı.
Bunu Takiben Yapılan Görüşme
[KAYIT BAŞLANGICI]
Dr. Hamm: Birkaç haftadır çalışmanı izliyoruz ve dürüstçe söylemek gerekirse ne yaptığını anladığımdan emin değilim. İşlemini ayrıntılı olarak anlatabilir misin?
SCP-049: Aman Tanrım hayır. Süreç çok karmaşık ve yoğundur. Asistanınıza da söylediğim gibi yöntemlerim hakkında bulabileceğiniz en iyi bilgiyi burada günlüklerimde bulabilirsiniz. Çünkü çalışmalarımın çok kapsamlı kayıtlarını tutuyorum.6
Dr. Hamm: Anlıyorum. Endişem o ki doktor, biz hala neyi tedavi etmek istediğini, nasıl ortaya çıktığını ya da bu denekleri yarı canlı, akılsız dronlara dönüştürmenin nasıl bir fayda sağladığını anlamış değiliz.
SCP-049: Vebayı anlamıyor musunuz? Bunca zaman sonra bile mi? Doktor, o bahsedilemez bir korkudur, daha önce birçok kez yüzünü göstermiş ve tekrar gösterecektir. Korkarım ki, tam olarak anlayamadığınız bir hastalığın merhametinde olmanız çok acı.
Dr. Hamm: Bu hala soruma bir cevap vermiyor. Yaptıkların nasıl bir tedavi sayılabilir?
SCP-049: (Aniden huzursuz hale gelerek) Bu bir tedavi! Dilerseniz çabalarıma gülebilirsiniz ancak, bu büyük bir merhametle yapılan bilimsel ilerlemeyi karalamayın. Sizin bu dar görüşünüzle gördüğünüz şey, Vebaya yakalanmış bir canlının umabileceğinden çok daha iyi bir yaşamdır. Bu canlı şimdi temiz, vebayı yayamayacak ve yaşayacağı dehşetten kurtuldu.
Dr. Hamm: Bu bir canlı değil doktor, hatta-
SCP-049: (Sarsılmış bir şekilde) Benimle alay etmeyin beyefendi! Siz ve meslektaşlarınız, diğer birçok insan gibi küçük aksiliklere bakmaktan, kurtuluşun gözlerinizin önünde gerçekleştiğini fark etmekten acizsiniz. Siz, çürüyen kütükleri değiştirmeden bütün binanın üzerinize çökmesini mi beklersiniz? Hayır. Onları bulur ve çıkarırsınız. Ve yerlerini çürümemiş olanlar ile değiştirirsiniz. En önemlisi de, artık farklı gözüküyor diye alay etmezsiniz. Çünkü o artık sağlam ve hastalıktan kurtulmuştur.
Dr. Hamm: Özür dilerim. Seni tedirgin etmek istemezdim. Sadece anlamaya çalışıyorum.
SCP-049: (Derin Nefes Alır) Evet pekala, lütfen ileride sözlerinize dikkat edin doktor. Ben bir profesyonelim ancak profesyonellerin bile başyapıtlarının eleştirilmesi karşısında gururları incinebilir. Bunu meslektaşlar arasında bir iyi niyet göstergesi olarak affedeceğim.
Dr. Hamm: Sana yardımcı olabileceğim başka bir şey var mı?
SCP-049: (Duraksar, Dr. Hamm'den uzağa bakarak) Hayır, hepsi bu kadar. Her zamanki programda başka bir denek, daha fazla insan anotomisine sahip olanları tercih ettiğimi biliyorsunuz.
[KAYIT SONU]
Katılan Araştırmacının Notu: SCP-049, diğer insanlara gerçekten yardım etmek istiyor gibi görünmesine rağmen, bizi tam olarak neyden kurtarmaya çalıştığına dair somut bir örnek sunamamıştır. Birkaç hafta boyunca izlediğim kadarı ile sonuçlar hiç değişmiyor gibi görünse de, SCP-049 mükemmel tedavisine yaklaştığını iddia etmeye devam ediyor. Onun, ortaya çıkan sonuçların gerçekliğinden bizim düşündüğümüzden daha fazla bilincinde olduğunu düşünüyorum.
Ek 049.3: 04/16/2017 Tarihli olay
SCP-049'un muhafaza altına alınmasından kısa bir süre sonra Dr. Hamm, varlığın anormal özellikleriyle ilgili olarak bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Zamanla SCP-049, denekleri ve SCP-049-2 örnekleri ile ilgili memnuniyetsizliğini belirtmeye başladı. Bu, SCP-049'un hiçbir zaman saldırgan davranış sergilemediği birkaç ay boyunca devam etti.
16 Nisan 2017'de Dr. Hamm, rutin bir röportaj daha yapmak için test odasına girerken SCP-049 tedirginleşti ve Dr. Hamm'e kendini iyi hissedip hissetmediğini sordu. Dr. Hamm protokol gereği SCP-049'a röportajın gerekli olduğunu hatırlattı. Varlık agresifleşerek Dr. Hamm'a saldırıp onu öldürdü. Güvenlik protokolündeki bir gecikme nedeniyle ve Dr. Hamm oda içi acil durum sistemini etkinleştirmediği için cesedi üç saat sonrasına kadar fark edilmedi. Bu noktada SCP-049 onu bir SCP- 049-2 örneğine çevirmişti.
Hadisenin ardından SCP-049 ile Dr. Theron Sherman röportaj yaptı.
Görüşmeci: Dr. Theron Sherman, Site-42
Görüşülen: SCP-049
[KAYIT BAŞLANGICI]
Dr. Sherman: Kendini açıklamanı bekliyorum.
(Yanıt yok)
Dr. Sherman: SCP-049, eylemlerini açıklaman bekleniyor ve iş birliği yapmamanın muhafaza şartlarında daha fazla kısıtlamaya neden olacağını hatırlatırım.
SCP-049: (Duraksar) Yaptıklarım açıklama gerektirmiyor.
Dr. Sherman: Doktor Raymond Hamm'i öldürdün ve parçaladın ta ki-
SCP-049: (Sinirle konuşmayı bölerek) Ölmedi! Hayır! O… Ölü değil… Tedavi oldu.
Dr. Sherman: Tedavi mi? Neyin tedavisi?
SCP-049: Veba, beyefendi! Zannederdim ki en azından siz, benim hastalığı fark etmemin ne kadar büyük şans olduğunu anlarsınız yoksa-
Dr. Sherman: (Bölerek) Ne Vebası? Durmadan bu hastalıktan bahsediyorsun ama bir kere bile onu tanımlayabilmiş değilsin. Onda şimdiye kadar göremediğin ne gördün de bu onun hayatına mal oldu?
SCP-049: O… (Duraksar) Veba öngörülemez şekillerde başlar, ilerler ve.. ve hazırlıksız olanlara gizlice (Nefes alıp vermesi şiddetlenir) Buna ne derseniz deyin doktor. Ona yaptığım bir merhametti. O tedavi oldu.
Dr. Sherman: O şu an bir bitkiden farksız!
SCP-049: (Duraksar) Ben… Ben anlamanızı beklemiyorum. Siz ve sizin gibiler bilim insanı değil de- duygularının esiri olduğunu kanıtladı. Benim gördüğüm dehşetleri, vebaya yenik düşen ve değişen milyonlarca insanı tahayyül edemezsiniz.
Dr. Sherman: Senin tedavin Ray'in canına mal oldu.
SCP-049: Hayır, efendim, ben onu kurtardım! Siz bu dünyanın ölüm ve umutsuzluğa geri dönmesine göz yumardınız. Yarattığım mucizeyi görmezden geldiniz-
Dr. Sherman: (SCP-049 konuşurken devam ederek) Ne hastalığı? Ne Vebası? O sağlıklı bir insandı! Ve iyi bir doktor!
SCP-049: -ki ben bunu ücretsiz olarak ihtiyacı olan herkese sunuyorum. Siz bu tartışmaya değmezsiniz beyefendi! Dar görüşlü ve aptalsınız. Dr. Hamm hastaydı ve ben (nefes nefese kalır) ben onu iyileştirdim. Bunu yapabilecek tek kişi benim. Çalışmam devam etmek zorunda. Öğrenilmesi gereken çok fazla şey var-
Dr. Sherman: Bu kadarı yeter. İzinlerin iptal edildi, karantinaya hoş geldin 049. (Mikrofondan uzaklaşır) Burada işimiz bitti.
SCP-049: -ki başkaları da kurtarılabilsin! Sen bile, bunu hak etmiyor olsan da sen bile kurtarılabilirsin. Herkesi kurtarabilirim! Bu hastalığı kaldırabilirim! Sadece ben! Ben- ben… (güçlükle nefes alır) Onu kurtardım… Dr. Hamm… Onu tedavi ettim. O hastaydı… Biliyorum ki o hastaydı. Biliyorum… Ve ben… Hepiniz hastasınız. Ama ben sizi kurtarabilirim. Herkesi kurtarabilirim. Çünkü ben tedaviyim.
[KAYIT SONU]
EK 049.4: Olay Sonrası Rapor Görüşmesi
Aşağıdaki röportaj 16/04/17 049 Olay Raporundan bir alıntıdır. Görüşme Dr. Elijah Itkin tarafından ilk araştırmanın başlamasından üç hafta sonra gerçekleştirildi.
Tarih: 5/7/17
Görüşmeyi Yapan Kişi: Dr. Elijah Itkin
Görüşmeci: SCP-049
[KAYIT BAŞLANGICI]
Dr. Itkin: SCP-049, bu röportajı 16 Nisan'da bir personelin ölümüyle sonuçlanan eylemleriniz hakkındaki araştırmamızı kapatmak için yapıyoruz. Yapacağınız yorum var mı?
SCP-049: Sadece çalışmama devam etmeme izin vereceğiniz günü sabırsızlıkla bekliyorum! Son birkaç haftayı notlarımı derleyerek ve Vebanın nasıl, neredeyse benim bile tespit edemeyeceğim kadar sinsi bir şekilde birini enfekte edebildiğine dair yeni bir teori geliştirerek geçirdim.
Dr. Itkin: Eylemleriniz için herhangi bir pişmanlık yaşadınız mı? Dr. Hamm'in ölümü için?
SCP-049: (Elini sallar) Ah, evet. Bir meslektaşın ölümü her zaman üzücü olur ancak Vebanın karşısında hızlı ve tereddütsüzolmalıyız doktor.
Dr. Itkin: Dr. Sherman raporunda ilk röportajınız sırasında kederli göründüğünüzü belirtti.
SCP-049: Keder- (Duraksar) Evet, belki. Bunu düşünmedim… Bir başka doktorun enfekte olması acı verici fakat çalışma devam etmeli. Ne yazık ki üzücü olduğu kadar Dr. Hamm'in ölümü önemli bir fikir sağladı. Canlı insan denekler çalışmada ilerlemenin tek yolu. Tedavinin ölü et üzerinde etkisi çok az ve cömertçe sağladığınız cesetlerden öğrenebileceğim kadarını öğrendim. Artık hala hayatta olup hastalıktan etkilenenler ile ilgilenmeyi arzu ediyorum.
Dr. Itkin: Korkarım ki bu konuda hayal kırıklığına uğrayacaksın.
SCP-049: (Gülerek) Doktor… Yerinizde olsam bu kadar emin olmazdım.
[KAYIT SONU]
Dipnot
  1. Varlık 15. Yüzyıl Fransasından olduğunu iddia etse de çok fazla seyahat ettiğini itiraf ediyor.
  2. Bu çantanın iç hacmi anormal şekilde geniştir. SCP-049'un bunun içinden çantanın kendisinden büyük objeler çıkardığı görülmüştür.
  3. SCP-049 insan denekler ile çalışma isteğini birkaç kez belirtti ve bu sağlanmadığında memnuniyetsizliğini dile getirdi.
  4. Gıdaya gereksinim duymadığını fakat keyif aldığını ve gıdanın çalışmasına yardımcı olduğunu belirtiyor.
  5. SCP-049 bunu açıkladıktan sonra ekledi "Tabii bu bir hekim için en temel bilgidir, eğitiminiz sırasında bunu öğrenmiş olduğunuzu zannederdim."
  6. SCP-049'un günlükleri bilinen herhangi bir dilde yazılmış değildir, dil bilimci ve kod kırıcıların deşifre etme çabaları başarısız olmuştur.
submitted by Exile_Falcon77 to KGBTR [link] [comments]

ERKEKLERİN ÜSTÜNLÜĞÜ

tüm kadınların yemek yapmasına rağmen dünyanın en iyi aşçılarının erkeklerden çıkması sanırsam bu düşünceyi doğrulamaktadır. sporda sırf bu üstünlükten dolayı erkeklerle kadınlar ayrılmaktadır. eğer ayrılmasaydılar en iyi kadın sporcu en kötü erkek sporcudan sonra sıralamaya girmeye başlardı. erkek rekorları da kadın rekorlarından çok daha iyi. bilimde ve sanatta da öyle. kadınların bilim ve medeniyete katkıları olduğu bir gerçektir lakin bu sadece "katkı" düzeyinde kalmıştır. icatların %99'unu erkekler yapmıştır. edebiyat yapıtları büyük oranda erkeklere aittir. sanat eserleri de öyle. kadınların erkeklerden iyi yaptığı tek şey keskin nişancılık. bütün erkekler savaşçı olduğu halde en iyi keskin nişancılar kadınlardır. çünkü elleri titremez, sırf bundan dolayı düzgün atış yaparlar. bu düşünceyi "kadınların tarih boyunca sosyal hayattan dışlanmalarıyla" açıklamak kanımca hatalıdır. zaten biz de onu iddia ediyoruz. doğanın kanunu gereği erkek üstündür. günümüzde bu üstünlüğü kırmak için düzenlemeler yapılıyor. erkeğin üstünlüğü elbette ki sporda ve savaşta tartışılamaz. bunlar güce dayalıdır ve erkekler daha güçlüdür. ama iş bilim ve sanata gelince aynı şekilde düşünemiyoruz. hadi 1950'lere kadar olan asırları değerlendirmeye almayalım. günümüzdeki üstünlüğü nasıl açıklayacağız? mesela bankaların genel müdürleri neden hep erkek? uçak pilotları neden hep erkek? büyük şirketlerin ceo'ları neden hep erkekler? teknoloji üreten birimlerde çalışanlar neden hep erkek? siz hiç sadece kadınların çalıştığı bir ar-ge merkezi duydunuz mu? (not: tüm bu yerlerde arada numunelik bulunan bi-iki kadın olması istisnadır)
Örneğin islam da erkek kadından üstündür ama bazı hocalar bu tür ayetleri kıvırıp
mealindeki ayette üstünlük kriteri (erkeklik-kadınlık değil), Allah’a karşı gösterdikleri saygı olduğu ifade edilmiştir.
Bu durumda siz olsanız evin sorumluluğunu kime verirsiniz? Demek ki, evin reisi olmak, daha üstün olmak anlamına değil, aile huzur ve barışını ve de geçimini temin etmek manasına gelir.
Bu açılamadan, erkeğin hanımına itaat etmemesi diye bir anlam da çıkarılmaz. Nitekim, Peygamberimiz (asm), meşhur Hudeybiye olayında, kurbanların kesilmesini istediği halde, sahabeler vaziyetin şaşkınlığından ötürü yerlerinden kımıldamamışlardır. Ve bu durumu eşi Hz. Ümmü Seleme ile istişare etmiş ve dediklerini yerine getirmiştir.
İslam’ın bu karşılıklı anlayışları benimsediğini çok iyi bilen Bediüzzaman Hazretleri: Ailenin huzur ve mutluluğunu “hürmet-i mütekabile=karşılık saygı” erdemine bağlamıştır. Gibi şeyler söyleyerek kıvırıyorlar
Peki ailelerin en büyük yıkılma sebebi nedir? Kadının erkekleşmesidir.
submitted by Varolmayann to KGBTR [link] [comments]

Ne kadar attıklarım kadar "ohalık" bir durum olmasada ve bilimsel olmasada "yan delil" olarak adlandırdığım deliller

kur’an’ı hz. peygamber kendi elleriyle yazmış olsa idi
“gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere teheccüd namazı kıl.” (isra suresi, 79)
üstelik, bu gece namazının süresiyle ilgili şu ayet inmişti:
“(ey muhammed) kalk! birazı hariç olmak üzere gecenin yarısını ibadetle geçir. yahut, bundan biraz eksilt veya arttır.” (müzemmil suresi, 2-3)
yani, hz. peygamber (sav) mesela dokuz saatlik bir gecenin yarısı olan dört buçuk saatini ibadetle geçirecek, bazen bunu üçte birine kadar düşürüp üç saat, bazen de üçte ikisine kadar çıkarıp altı saat ibadet edecektir. insanın bir hafta dahi takat getiremeyeceği müzemmil suresi’nde taktir edilen bu ibadet 1 yıl devam etti. hz. peygamberin (sav) yanında bazı sahabeler de bunu uyguladı. hatta sahabenin ayakları ibadetten su toplamıştı. bu emirde ağır bir vahyin ilerisi için hazırlık murad edilmişti. gereken hazırlık yerine gelincede surenin son ayeti nüzul olmuş, insanın sabretmekte ve geceyi taktir etmekte zorlanabileceği bu ibadet yükümlülüğü hafifletilmiş ancak hz. peygambere (sav) teheccüdün farz olması hükmü, sadece ona özel, ömrünün sonuna kadar devam etmiştir. (bkz: isra, 79) resulullahın (sav) evinde geceleyen ibni abbas (ra), o'nun (sav) gecenin üçte birinde ibadet ettiğini gördüğünü (buhari, tefsir, sure 3, 17/18) bildirir. yine, gece ibadet edip uzun uzun ağlaması üzerine hz. aişe'nin (ra) "allah senin günahlarını affetmişken niçin bu kadar kendini üzüyorsun" sorusuna efendimizin (sav) "allah'a şükreden bir kul olmayayım mı!" cevabı manidardır. (buhari, teheccüd, 6; müslim, münafikun, 79-81)
kur’an’ı -haşa- peygamber kendi elleriyle yazmış olsa idi, bir insanın şu dünyada en çok lezzet duyacağı uyku nimetinden mahrum kalacağı ayetler niçin kur’an’a yazdırsın! nafile olarak kıldığı diğer pek çok namaz, nafile oruçlar, yemeklerden doymadan kalkması, zühd hayatını tercih etmesi vb. de bunun cabasıdır.
bu niçinler bitecek gibi değildir. geleceğe dair bu kadar riskli ayetin, üstelik ayrıntılarda dahi risklerin bulunduğu ifadelerin sonucunda davanın hiç bir şaşma, en ufak bir yanılma olmadan devam etmesi ve ayetlerin bir bir çıkması tesadüf olamaz! kur’an'ı allah’ın (c.c.) indirdiği, bu kadar mucizevi haberi ve hz. peygamberin (sav) -ehli dünyanın gözüyle- rahatını bozacak ayeti hiç çekinmeden kur’an'a ancak allah’ın (c.c.) koyabileceği apaçık ortadadır.
elbette, islam akıl sahiplerinin idrak edebileceği bir dindir. kalbindeki fitne ve fesattan ötürü allah (c.c.)’ın da kendisini saptırdığı ve kalbini mühürlediği kişilerin bu incelikleri anlaması, onun için gerçekleşmesi zor belki de imkânsız bir beklentidir. yoksa, allah’a ve islam’a inanmayan ama samimiyetle düşünen biri, insaf ile kâinattaki yaratılış harikalarına baksa, allah (c.c.)’ı bulacak, insaf ile islam’ı, kur’an’ı ve hz. muhammed (sav)’i düşünse hakikati kabul edecektir. bizler, yine de onlar yerine düşünelim:
bir ateist, deist vb. gözüyle düşünelim…
arabistan çöllerinde okuma yazma bilmeyen bir zat (sav) çıkıyor. küçükken yetim ve öksüz kalmış, hiç bir kütüphanesi, laboratuvarı olmayan bir çöl diyarında büyümüş, herkes nasıl bir ömür yaşadığına şahit olmuş. kırk yaşında kendisine peygamberlik geldiğini iddia etmiş. o güne kadar tek vasfı “güvenilir ve doğru sözlü” olması. başka herhangi bir vasıf kendisine itham edilmemiş. âlim, sihirbaz, şair, komutan, deha vb. vasıflar daha önce kendisine verilmemiş.
kimileri de der; “mucizeleri aklım almaz! peygamberin nasıl elinden su gelir, nasıl bir işaretiyle ayı ikiye ayırır, nasıl küçük bir tas yemekten yüzlerce sahabi doyar, nasıl bir ağaca gel dediğinde kökünden çıkıp gelir, git dediğinde yerine gider.” bediüzzaman’ın güzel bir örneğinden esinlenerek cevap vermek gerekirse; birisinin bir gücü olduğunu varsayalım ki, bir işaretiyle bir dağı yerinden kaldırıp başka bir yere koyabilsin. sonra deseler ki, bu zat bir işaretiyle bir kalemi yerinden kaldırıp başka yere koyabildi. elbette inanırız. “zira, dağı yerinden kaldırmaya güç yetiren, bir kalemi mi kaldıramayacak!” evet, kâinatı yaratan, milyonlarca ışık yılı ötelerde milyarlarca galaksi içinde milyarlarca yıldızı yaratmaya ve çekip çevirmeye güç yetiren, dünya’yı dağları, engin denizleri yaratmaya güç yetiren allah (cc), bir peygamberinin elinden su getirmeye mi güç yetiremeyecek, kulunun bedenini miraç gecesi göğe yükseltmeye mi güç yetiremeyecek! bunun, hiçbir mantıklı izahı yoktur. kudreti sonsuz olan bir yaratıcı her şeye kadirdir. ol der ve oluverir. mucizeler, peygamberlerin yeteneği değil allah’ın izin vermesiyle oluşan harikulade olaylardır. hz. musa (asm)’ın da gösterdiği mucizeler karşısında sihirbazlar, “bu bir sihir olamaz, sihrin gücü buna erişemez, musa’nın rabbine iman ettik” diyerek iman etmişlerdir.
üstelik, sadece devrinin değil, kendinden sonra 14 asır boyunca gelmiş insanların hayatlarına getirdiği hukuk ve ahlak kurallarıyla huzur, güven, hoşgörü, adalet ortamı oluşturuyor. asırlar boyunca büyük devletleri adalet içerisinde yaşatabilecek ve bu esaslardan uzakşatıklarında nizamlarını, adaleti, devletlerini kaybettikleri bir düzen getiriyor, suç oranlarını en düşük seviyeye çekebilecek ve varlığını sürdürmelerini sağlayacak hükümler ortaya koyuyor. hâlbuki, beşer kanunları denendikçe aksaklığı tespit edilir, belirli periyodlarla “bu kanun olmadı, adaletsizlik oldu, şunla değiştirelim” denilir. kur’an ve islam nizamı bir kere inmiştir ve değiştirilmesine gerek kalmadan asırlarca adalet dağıtmıştır. çok kısa bir sürede böyle büyük, çelişkisiz ve sonradan düzenlemeye, değiştirmeye ihtiyaç bırakmayacak bir nizamı, değişimi tarih boyunca herhangi bir devlet adamı başarabilmiş değildir ve bu adaleti tahsis edebilmiş bir devlet sistemi görülmemiştir.
dikkat edelim! bu zat (sav), kırk yaşına kadar insanların dilinde sadece “doğru sözlü, güvenilir” olarak tanınan, okuma-yazma bilmeyen bir insandı. kırk yaşında bir anda bu insana ne oldu ki, bu ve daha sayamadığımız binlercesini yapabilecek duruma geldi! bu başarı bir insana mı aittir, yoksa bunları o’na (sav) sonsuz güç ve kudret sahibi bir yaratan (c.c.) mı yaptırmıştır! hakkaniyetli düşünmek çokta zor değildir. bir kur’an ayetinde şöyle buyurulur:
“de ki: eğer, allah dileseydi, ben size onu okumazdım, allah da size onu bildirmezdi. ben sizin aranızda bundan (kur'an'ın inişinden) önce (kırk yıllık) bir ömür yaşadım. hiç düşünmüyor musunuz!” (yunus suresi, 16)
kur’an’da matematiksel tevafuklar
kâinatın yaratıcısı olan allah’ın kâinata koyduğu düzen ve kanunlar ileri düzeyde metamatiksel hesaplarla ortaya konulmuştur ve kâinatta var olan simetri, kâinatın bir yaratıcı tarafından var edildiğini açıkça ilan etmektedir. yeryüzünde ve evrende bir düzenin varlığı, asırlarca islam âlimleri tarafından dile getirildiği gibi, matematiksel denklemlere dökülebilen bu düzen ve simetri, bilim adamları tarafından da kabul edilmiştir. kuantum fiziğinin öncülerinden olan ve kuantum kuramı formülü ile heisenberg ve schrödinger’i tamamlayan paul a. m. dirac bu hususta şöyle demiştir: “yaratıcı, evreni yaratırken ileri düzeyde matematik kullanmıştır.” (paul a. m. dirac, the evolution of the physicist’s picture of nature, scientific american 208, sayı 5, mayıs, 1963: 53) yine, simetri alanının en uzman kişilerinden biri olan anthony zee, kâinatta var olan muazzam bir simetriden ve bu simetrinin kaynağının yaratıcıdan başka bir seçenekte aranamayacağından bahseder. doğanın kanunlarının esasında doğanın temelindeki simetrileri yansıttığını ifade eden zee, “simetri, maddi dünyayı anlamamızda gittikçe artan merkezi bir rol oynamaktadır. temel fizikçiler, en büyük tasarımın simetrilerle dolu olduğu inancını benimsemektedirler. bize rehberlik eden simetri olmasaydı, modern fiziğin başlaması mümkün olmazdı. fizik, günlük deneyimden uzaklaşıp yaratıcıya yaklaştıkça, akıllarımız sıradan kalıpların dışında düşünmektedir.” der. (anthony zee, fearful symmetry, new york: macmillan, 1986, 280-281)
“kâinatı yaratan allah, kâinatta bu şekilde matematiksel denklemlerle açıklanabilecek manalı kanunlar ve simetriler oluşturduysa, bu kâinatın yaratıcısı olan allah tarafından gönderilen kur’an’ı kerim’de de acaba manalı matematiksel tevafuklar var mı?”, konusu son derece ilgi çekicidir.
kur’an’a hz. peygamber (sav)’in müdahalesinin olmadığının ve allah tarafından gönderildiğinin önemli delillerinden birisi de, 1400 yıldır hiçbir islam âliminin haberdar olmadığı, yaklaşık 50 yıl önce bilgisayarların yaygın kullanılmaya başlanmasıyla keşfedilen, kur’an’da birbirleriyle mana ilişkisi olan kelimelerin tekrarlarındaki matematiksel tevafuklar ve simetrilerdir. bilindiği üzere, kur’an ayetleri bazen ani konuşmalar esnasında, bazen savaş esnasında, bazen bir soru, cevap bulması gerektiği zamanda çeşitli şekillerde, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde nüzul olmuştur. bu farklılıklar içerisinde hz. peygamberin (sav) bu oransal bağı düşünmesi ve tutturabilmesi mümkün değildir. buna rağmen, kur’an’ın içinde birbiriyle anlamlı kelimeler mucizevi bir şekilde aynı sayıda ve manalı oranlarda tekrar etmektedir. sahabe döneminden beri kur’an’da sure sayısı, ayet sayısı, kelime sayısı gibi araştırmalar yapılagelmişti. ancak, kur’an’ın farklı ayetlerinde ve apayrı cümleler içinde var olan ve tekrar eden mana ilişkisi içindeki kelimelerin matematiksel oranda tevafuk etmesi ilk defa 1970’li yıllarda abdürrezzek nevfel tarafından keşfedildi. ne hz. peygamber (sav), ne de bilgisayarların icadına kadar herhangi bir islam âlimi kur’an’ın bu mucizesinden bahsetmemiştir. demek ki, bu kelime tekrarları hz. peygamber (sav)’in kontrolü dışında kur’an’a konulmuştur. aksi olsa idi, hz. peygamber (sav) bu önemli delili müşrikleri ikna etmek için kullanır, sonradan gelen islam âlimleri de bu delili dillendirirdi. kur’an’ın arapçasından yani orijinalinden bu kelime tekrarları görülebilir. (bir kısım islam karşıtları, mealler üzerinden kelime taraması yaparak bu delilleri görmezden gelmeye çalışır. hâlbuki, meallerde meal yazanın kelime inisiyatifi vardır ve parantez içinde ya da mealde verilen şahsi açıklamalar da sayıma etki edebilmektedir. bu sayım, kur’an’ın arapça orjinaline hastır ve arapçasından yapılabilir. ayrıca, bu sayımı yapacak kişinin arapça gramer bilgisine sahip olması gerekir. bu mükemmel delili yok etmek için islam karşıtları tarafından sunulan uydurma ve ilimsiz yöntemler kaale alınmaz. bu hususta abdürrezzak nevfel’in bizzat arapça gramer kurallarına göre yaptığı sayım için “kur’an’da ölçü ve ahenk” kitabı incelenebilir.) bu tekrarlara örnekler verecek olursak:
bu örnekler daha da arttırılabilir. elbette, aralarında mana ilişkisi bulunan bunca kelimenin belli oranda, farklı zamanlarda ve en önemlisi farklı farklı ayetlerde zikredilmesi, asla tesadüfe havale edilemez. hz. peygamber (sav)’in, insanları imana davet ederken kur’an’ın delili olarak böyle bir şeyi hiçbir zaman dillendirmemesi, bu kelime tekrarlarına kendisinin müdahalesi olmadığını gösterir. tevafuk eden bu kelime dizilimleri, kur’an’ın allah (c.c.) katından indirildiğinin, kur’an’ın korunduğunun bir başka delilidir. aynı zamanda, kur’an’ın bir benzerinin getirilemeyeceği ayetinin mahiyeti, bu keşiflerle daha da iyi anlaşılmıştır.
“…allah (c.c.), onlarda bulunan her şeyi kuşatmış ve her şeyi bir bir saymıştır.” (cin suresi, 28)
kur’an’ın hz. peygamber’in arzusuna uymaması
hz. peygamber (sav)’in ikaz edildiği, ciddi şekilde uyarıldığı, yanlış içtihatlarının düzeltildiği ayetler de, kur’an’a hz. peygamberin (asv) müdahelesinin olmadığını delillendirir. (bu konuda örnekler için bkz. tevbe, 43, 84; enfâl,67; isrâ, 74; ahzâb, 2,37; abese, 1-10; yûnus, 94; en'âm, 35,52; tahrim, 1; nisa, 105; münâfıkun, 6. ayrıca bkz. el-matrafi, âyâtu'l tâbi'l-mustafa (sav), kâhire, 1977)
malumdur ki, halkın kendisine oy vermesini ve itimat etmesini isteyen bir siyasi, insanlığı gereği hatalı bir davranışta bulunsa ya da hatalı bir söz söylese hatasını kabullenmek istemez. hatasını tevil ederek, “kastettiğim farklı bir manaydı, siz bunu yanlış anladınız vb.” der veya rakibinin hatalarını göz önüne getirerek kendi hatasını kapatmaya gayret eder. çünkü, hatanın kabulü ve bu hatanın insanların göz önüne sık sık getirilmesi, insanların kendisine olan itimadının kırılmasına sebep olabilir. bu sebeple, kendisini bunu yapma mecburiyetinde hisseder. haşa, kur’an vahiy olmasaydı, kendisine itimat edilmeyi bekleyen insanlarda görülen bu özelliğin hz. peygamber’de de (sav) görülmesi gerekirdi. ancak, kur’an’da bu durumun tam tersi ayetlere rastlanılmaktadır. hz. peygamber (sav) kur’an’ı kendisi yazmış olsaydı, kur’an’a asla koymayacağı ayetlere abese suresi örnek olarak gösterilebilir. surenin iniş sebebi şudur:
bir gün hz. peygamber (sav), kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden bazılarına dini telkinlerde bulunuyor, onları islam’a davet ediyordu. bu toplantı esnasında görme engeli olan (kör, âmâ) ümmü mektum içeri girerek: “ya rasulullah! allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret.” diye bağırdı. hâlbuki, peygamberimiz o esnada velid, umeyye ibn halef gibi sözlerine çok itibar edilen reislerden birini ikna etmeye çalışıyordu. bu adamlar, kendilerinin yanında fakirlerin bulunup söze karışmalarından hoşlanmazlar, sadece kendilerine ilgi gösterilmesini isterlerdi. ümmü mektum, tekrar hz. peygamber (sav)’e seslendi ve isteğini tekrar etti. hz. peygamber (sav), bu önemli durumda ümmü mektum’u küçümsediğinden değil, mekkenin ileri gelenlerini ikna etmeye çalıştığından ve onların dağılmasından endişe ettiğinden, ümmü mektum’la ilgilenmedi ve ümmü mektum’un böyle sözünü kesmesi kendisine rahatsızlık verdi. bunun üzerine, peygamberimizi (sav) yaptığı davranıştan dolayı tenkit ve ikaz eden abese suresi’nin şu ayetleri indi: (taberi, 30/33-34; ibn-i kesir, 4/470; tirmizî ve ebû ya'la'dan naklen)
1,2. kendisine o âmâ geldi diye (peygamber) yüzünü ekşitti ve arkasını döndü. 3. (ey muhammed!) ne bilirsin, belki o temizlenecek! 4. yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek. 5. ama buna ihtiyaç hissetmeyene (kabile reisine) gelince; 6. sen, ona yöneliyorsun. 7. onun temizlenmesinden sana ne! 8. ama sana can atarak gelen, 9. allah’tan korkarak gelmişken. 10. sen onunla ilgilenmiyorsun! 11. hayır, hayır, asla! çünkü bu (kur'an) bir öğüttür. 12. artık dileyen onu düşünsün.
bu ayetler, toplum kendisine itimat etsin diye bekleyen birisinin kur’an’a yazacağı ayetler değildir. haşa kur’an vahiy olmasaydı, bu durum karşısında hz. peygamberin (sav) “geldiğini fark etmedim, o esnada önemli bir toplantı halindeydik bunu yapmaya mecburdum ya da hatalı olan o’dur” gibi savunmalar yapması gerekirdi. ya da, derdi dünyalık olan biri, karşısında bir kabile reisi varken ve o reisin iknası kabilenin iknası anlamına gelecekken, bir vasfı bulunmayan ve kendisine fayda getirmeyecek kişinin değil, reisin tarafında durur, “reis belki şimdi ya da ilerde bize fayda getirebilir” diye gönlünü hoş tutmaya çalışırdı. ancak, inen ayet kabile reisini umursamamış, ümmü mektum’a değer vermiş, hz. peygamberi (sav) ikaz etmiştir. üstelik, bu kur’an ayeti henüz daha islam yeni yeni yayılırken nüzul olmuştur. demek ki, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesi yoktur. zaten, hz. peygamberin (sav) hem kabile reisini iknaya çalışması hem de onu umursamayan bir ayet yazması bir çelişkidir. bu ayetin nüzulünden sonra ümmü mektum yanına her gelişinde peygamberimiz (sav); “ey hakkında rabbimin beni ikaz ettiği zat, merhaba!” buyurur ve cübbesini onun altına yayardı. bunun yanında, peygamberlerin günahları olmadığı malumdur. peygamberlerde zuhur eden, “daha üstün olan hali terk etmek” şeklindeki insanlığından kaynaklanan bu gibi hatalara “zelle” denilir. yaşanan ve ani gelişen bu olay, hz. peygamber (sav)’in o yüce ahlakına hiçbir zeval getirmez.
yine, bir gün hz. peygambere (sav), ruh, ashab-ı kehf ve zülkarneyn'den sorulunca hz. peygamber (sav) “yarın gelin, sorularınıza cevap vereyim.” buyurmuş ancak “inşallah” demeyi unutmuştu. bir kişi, iki sene sonra, yarın, üç saat sonra gibi gelecekte “filan işi yapacağım” dediğinde, allah izin verirse - inşallah demesi gerekir. ancak, hz. peygamber (sav) bunu söylemeyi unutmuştu. ertesi gün olunca, hz. peygamber (sav), kendisine sual soranlara cevap vermek için vahyin gelmesini bekledi ancak vahiy beklediği zamanda gelmedi. üç gün, beş gün derken vahiy bir türlü gelmeyince bu fırsatı kaçırmayan müşrikler “muhammed’in rabbi, o’nu unuttu!” demeye başlamışlardı. hz. peygamber (sav) buna çok üzülmüştü. (razi, 21/238) vahiy, haftalar sonra geldi ve sorulan sorulara cevap verilmeden önce hz. peygamber (sav) şöyle uyarıldı:
"hiçbir şey hakkında sakın ‘yarın şunu yapacağım’ deme! ancak, ‘allah dilerse, inşallah yapacağım’ de. unuttuğun zaman rabbini an ve ‘umarım rabbim beni, doğruya daha yakın olana eriştirir’ de." (kehf suresi, 23-24)
ikaz içeren bu ayetler de, toplumun kendisine itimat etmesini bekleyen birisinin kur’an’a ekleyebileceği ifadeler değildir. ayette yapılan hataya karşı bir ikaz olduğu gibi, aynı zamanda peygambere yapılması emredilen dua da, kişinin acizliğini ortaya koyan bir dua şeklidir. kur’an haşa uydurulmuş olsa, uyduran kişinin derdi dünya ve toplumun beklentisi olurdu. ancak, emredilen dua şekli, toplumun beklentisini değil allah’ın rızasını gözeten bir dua şeklidir. demek ki, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesi yoktur.
yine, kur’an’ın, hz. peygamber (sav)’in arzusuna uymaması ve beklediği durumlarda vahyin gelmemesi de, kur’an’a hz. peygamber (sav)’in müdahalesinin olmadığını delillendirir. mesela; münafıklar medine’de peygamberimizin eşi hz. aişe’ye (ra) zina iftirası atmış ve hz. peygamber (sav), hz. aişe (ra) ve hz. aişe’nin babası hz. ebubekir (ra) efendilerimiz çok zor günler geçirmiş, bunun yanında müminler büyük şaşkınlık yaşamıştır. düşünelim ki, bir kişi komşusunun kızı hakkında “bu kız anne babası evden gidince eve yabancı erkekler alıp zina yapıyor” diyerek iftira atsın ve kızın kendisini haklı çıkaracak bir şahidi, delili bulunmasın. böyle bir durumda iftiraya uğrayan bu kız ne hisseder! anne-babasının ve akrabalarının hali nice olur! hiçbir komşusunun yüzüne bakamaz, mahalleye çıkamaz, okuyorsa okuluna dahi gidemez hale gelir. bir an önce bu beladan kurtulmayı ailecek dilerler, ellerinde bir delil olsa hemen sunarlar ve sorunu kapatırlar. haşa, kur’an vahiy olmasa ve hz. peygamber (sav) tarafından kaleme alınsaydı bu ağır psikoloji altında, medine’nin karıştığı böyle sıkıntılı bir sürecin çözüme kavuştuğu ve peygamber ailesinin temize çıktığı ayetin hemen inmesi beklenirdi. ancak, bu meselenin iç yüzünü ortaya koyan ayet olaydan bir ay sonra nüzul olmuştur. bir ay boyunca efendimiz (sav) ve ailesi ve müminler bu sıkıntıyla imtihan edilmiştir. inen ayetlerde ise, hz. aişe (ra) temize çıktığı ve ashab sevindiği gibi, “mümin erkek ve mümin kadınların ‘bu bir iftiradır demesi gerekmez miydi!’”, “bu iftirayı ispat için dört şahit getirmeli değiller miydi!”, “eğer, dünyada ve ahirette allah’ın lütuf ve rahmeti üzerinize olmasaydı içine daldığınız şey yüzünden size pek büyük bir azap dokunurdu.”, “siz bu iftirayı basit bir iş zannediyordunuz.” (nur suresi, 11-20) gibi ifadelerle müslümanlar uyarılmıştır. bu uyarılar ve vahyin uzun süre sonra inişi, kur’an’a hz. peygamberin (sav) müdahalesinin olmadığının önemli bir delilidir. bu başlık altında daha pek çok delil getirilebilir.
kur’an’ın üstün i’cazı
kur’an’ın arapçasına has i’cazi delilleri, belâgatı, cezaleti ve benzer mucizeleri başlı başına dev bir eser oluşturur. hatta bu eserler, yine de kur’an’ın sonsuz mucizevi yönünü ortaya koymada aciz kalır. kur’an nazmını insan nazmından ayıran en büyük fark, her kelimenin hatta her harfin tam yerli yerinde olmasıdır. insan eliyle hazırlanan her eser, müellif tarafından geri dönüp tekrar okunduğunda “şu kelime yerine bu daha uygun düşerdi, bu cümlede hata oluşmuş” gibi eleştirilere ve düzeltmelere maruz kalır. ancak, kur’an ayetleri, üzerinde hiçbir değişiklik yapılmadan nüzul olduğu gibi aynen korunmuştur ve bu haliyle kusurlardan münezzehtir. her asırda yeni bir mucizesi ortaya çıkmaktadır. belagat savaşlarının yapıldığı, şiirin, söz sanatlarının zirvede olduğu devirde, şairleri aciz bırakan ve kendisine teslim eden kur’an belagatı, asırlardır aynı mükemmelliğini korumakta ve beşer eliyle yazılmış hiçbir kitapta görünmeyen “yenilenme, düzeltme” ihtiyacını barındırmamaktadır. bir şiir kitabı olmamasına rağmen, sayfalar ve sureler boyunca devam eden ahenk, arap edebiyatında daha önceden benzeri görülmemiş kalıplar, kafiye düzenleri ve tüm söz sanatları içerisinde imandan ibadete, ahiret âleminden dünya âlemine, hukuk kurallarından sosyal ve ahlaki ilkelere, geçmiş haberlerinden gelecekten verdiği haberlere kadar pek çok konuya yer verilmiştir. bir cümleden, bir kelimeden hatta bir harften dahi pek çok hükümler, manalar çıkarılabilmiştir. konuların değişiklik ve karmaşıklığına rağmen kur’an’ın üslubu baştan sona kadar kemal düzeyde kalmıştır.
edebiyat tarihine baktığımız zaman, her müellifin kendi yeteneklerine uygun konularda eserler verdiğini görürüz. hatta, aynı konuyu seçmiş yazarlar arasında dahi konuyu işleyiş tarzında, konuya yaklaşımda bile bariz med ve cezirlere rastlanabilir. mesela; kimi şairler övmede ileri gidip hicivde geri kalmış, kimisi hicivde devleşip övgüde cüceleşmiş, hatta arap edebiyatında görüldüğü üzere, kimi şairler sadece belli bir hayvanı, manzarayı, mehtabı, harp sahnesini tasvir ile ün kazanmıştır. diğer taraftan, büyük bir şairin şiirlerini incelediğimizde, değişen durumlara göre onun şiirlerinde farkların ortaya çıktığı dikkatimizi çeker. bu şairin şiirleri arasında görülen bu farklılaşma, aynı şairin bir şiirinin katları arasında, farklı konulara geçiş yapılırken dahi müşahede edilebilir. bir de, meseleyi aynı şairin manzum ve mensur eserleri arasında kıyasa kalkışırsak, daha da büyük farkların kendini gösterdiği görülür.
kur’an’ın insanlığın varoluş sorunlarına ikna edici cevaplar vermesi, tüm insanlığı kapsayan evrensel din esaslarına sahip olması, aklın idrakte aciz kaldığı bu kâinatın yaratıcısının isim ve sıfatlarının akla, mantığa en uygun bir biçimde kur’an’da ifade edilmesi, diğer semavi dinlerin tahrif edilmiş hallerinden, birden fazla ve birbiriyle çelişkili kutsal kitap inanışlarından, peygamberlerin şanına yakışmayan iftiralardan, oğul edinmiş, şekilden şekile girmiş ilah anlayışıdan, diğer din ve inanışlarda var olan bulutların üstündeki tanrı, 33 adet tanrı, tapılan hayvanlar, tapılan doğa gibi inançlardan münezzeh olması, yine kusurlardan münezzeh din ve iman esasları sunması, kur’an’ın bozulmadan, değişmeden günümüze kadar ulaşması ve bu ilk nüshaların hala daha mevcut olup günümüz nüshalarıyla bire bir aynı olması, ortaya koyduğu hukuk ve ahlak ilkelerinin insan fıtratına uygunluğu ve bu hükümlerle adaleti, nizamı, huzuru temin etmesi, her hak sahibine hakkını vermesi, hastasından yaşlısına toplumun hiçbir ferdinin bu hükümlerle mağdur kalmaması ve sayamadığımız nice delil, kur’an’ın allah katından indirilmiş bir kutsal kitap olduğunu delillendirmektedir.
Kaynak: https://eksisozluk.com/islamin-hak-din-olduguna-deliller--6139870
submitted by AirIlguz to MuslumanTurk [link] [comments]

SCP-055

Madde #: SCP-055 [Bilinmeyen]
Nesne Sınıfı: Keter
Özel Saklama Prosedürleri: Nesne, beşe (5) beşe (5) ve iki buçuk (2.5) metrelik ve elli (50) santimetre kalınlığında çimentodan yapılmış ve çimentodan duvarları çevreleyen bir Faraday kafesinde tutulur. Odaya girmek için ikiye (2) iki buçuk (2.5) metre boyutunda rulman üzerine yapılmış ve bilerek açık tutulmadıkça kapanıp otomatik olarak kilitlenecek bir ağır saklama kapısından geçilmelidir. SCP-055'in odasının dışına ASLA güvenlik personeli atanmaz. SCP-055'in çevresinde diğer SCP'lerin Bakımını Yapan veya Araştıran personelin bu tavsiye mantıken uygulanamaz hale gelene kadar SCP-055'in hücresinin geometrik merkezi ve kendisi arasında en az elli (50) metre mesafe koyması önerilir.
Açıklama: SCP-055 "kendi kendini tutan bir sır" ya da bir "anti memetik" idir. SCP-055'in doğası, hareket tarzı, kökeni ve fiziksel özellikleri kendi kendini saklar. Açıklamak adına:
Site 19'un SCP-055'i gerçekten nasıl elde ettiği bilinmez.
SCP-055'in ne zaman, ve kim tarafınddan ele geçirildiği bilinmez.
SCP-055'in fiziksel görünüşü meçhuldür. Açıklanamaz, ya da görünmez değildir. Herhangi bir birey SCP-055'in odasına girebilir, zihni ya da yazılı notlar alabilir, çizimini yapabilir ve de hatta video/fotoğraf çekebilir ve ses kaydı alabilir. Böyle gözlemlerin büyük bir kısmı kayıttadır. Her nasılsa, SCP-055'in fiziksel görünüşü hakındaki bilgiler SCP-055 bahsedilen şekillerde gözlemlendikten sonra insan zihninden "uçar".
Gözlem sonrası SCP-055'i betimlemekle vazifelendirilen bireyler dalgın olurlar ve göreve olan ilgilerini kaybederler; bu testleri gözlemleyen araştırmacılar gibi SCP-055'in görünüşünü çizmekle veya fotoğrafını çekmekle görevlendirilmiş personel oluşan fotoğrafını neye benzediğini sonradan hatırlayamaz. SCP-055'i kapalı devre televizyon kameralarıyla gözlemleyen güvenlik personeli tam bir vardiyadan sonra yorulmuş ve son birkaç saati hatırlamaz hale gelir.
SCP-055'in saklama hücresini yetkilendiren kişi, SCP-055'in hücresinin neden bu şekilde yapıldığı, ya da bu saklama prosedürlerinin neden böyle olduğu bilinmez.
SCP-055'in saklama çemberinin çok kolay erişilebilir olmasına rağmen Site 19' daki hiçbir personel sorulduğu zaman SCP-055'in varlığından farkında değildir.
Genelde bu dosyanın okuyucuları tarafından, tüm bu bilgiler periyodik olarak tekrar keşfedilir, bu da bu bilgiler unutulana dek en fazla bir dakika süren bir telaş ve endişe hali uyandırır.
SCP-055'den çok fazla bilimsel veri elde edilmiştir, fakat bu veriler işlenemez.
SCP-055'i yok etme çalışmaları ve muhtemelen Site 19'dan başka bir Siteye taşıma çalışmaları en az bir kere denenmiştir fakat bilinmeyen bir sebepten dolayı tüm bu çalışmalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır .
SCP-055 büyük bir fiziksel tehdit bulundurabilir veya gerçekten yüzlerce personeli katletmiş olabilir, ve biz de bundan habersiz olabiliriz. Keter sınıflandırılmasından anlaşılacağı üzere SCP-055 kesin olarak devasa bir memetik/mental tehdit bulundurmaktadır.
Döküman #055-1: SCP-055'in bir analizi
Yazar, SCP-055'in aslında ████████████ ████████ ile elde edilmediğini ve otonom ya da uzaktan kumanda edilen ve aşağıdaki sebepler için kimliksiz bir Üçüncü taraf tarafından Site 19' a yerleştirildiğini iddia etmektedir.
gizlice Site 19'daki aktiviteleri gözlemlemek ya da müdahale etmek için
gizlice diğer SCP aktivitelerini, gözlemlemek ya da müdahale etmek için
gizlice dünyadaki insanların aktivitelerini gözlemlemek ya da müdahalede bulunmak için
diğer SCP objelerini sessizce gözlemlemek ya da müdahale etmek için
████████████'ı sessizce gözlemlemek ya da müdahale etmek için
Bu potansiyel tehditlerden herhangi birini önlemek, önerilmez ya da teorik olarak imkânsızdır.
Ek belge A:
Hey, eğer bu şey gerçekten "anti-memetik" ise bir "anti-memetik" olduğu bilgisi silinmiyor? Bunun hakkında mutlaka bir şekilde bir yanlışımız olmalı. Bir dakika, eğer ne OLMADIĞI hakkında notlar tutarsak onlar da mı aklımızdan gider? Bartholomew Hughes, NSA
Döküman #055-2: Dr. John Marachek'in Raporu
Anket takımı #19-055-127BXE başarılı bir şekilde SCP-055'in görünüşünü, bir yere kadar da, nesnenin doğasını öğrenebildi. Notlar proje metodolojisine göre alındı(████████████'e bakınız), bundan sonra hücre tekrardan kapatıldı.
Personel sorgusundan bir alıntı:
Dr. Hughes: Tamam, Şimdi sana 55 numara ilgili birkaç soru soracağım.
███████: Numara ne?
Dr. Hughes: SCP nesnesi 55. Biraz önce incelediğin.
███████: Neyden bahsettiğini bilmiyorum. 55 numaraya sahip olduğumuzu da sanmıyorum.
Dr. Hughes: Pekala, o zaman, ███████, Son iki saattir ne yaptığını sormak istiyorum.
███████: Ne? Ben… … Bilmiyorum.
Dr. Hughes: Pekala, o zaman, hepimizin 55 numaranın küremsi olmadığında ortak karara vardığımızı hatırlıyor musun?
███████: Ne neydi… Evet! Doğru! Hiç bile yuvarlak değil! Nesne 55 yuvarlak değil!
Dr. Hughes: Peki ya şimdi hatırlıyor musun?
███████: Pekala, hayır. Demek istedim ki, Ne olduğunu bilmiyorum, Ama öyle birşey olduğundan eminim. Hatırlayamadığım birşey. ve Bir küre değil.
Dr. Hughes: Bir saniye. Ne küre değil?
███████: Nesne 55.
Dr. Hughes: Nesne ne?
███████: Doktor, bir şeyin küremsi olmadığı kararına vardığımızı hatırlıyor musun?
Dr. Hughes: Ah, evet!
SCP-055'in ne olmadığı hatırlanabiliyor (gerçeklerin tam tersi), ve var olduğu bu hatıralardan anlaşılabiliyor.
Anket #19-055-127BXE'e katılan personel SCP-055 ile ilgili hatıraların tekrarlanması ile ilgili yönelim bozukluğu ve psikolojik travmalar yaşadığını söyledi. Her nasılsa, uzun süreli davranışsal veya tıbbi sorunlar gözlemlenmedi ve bu personellere yapılan psikolojik testler bu etkilerin zamanla azalıp bittiğini gösterdi
submitted by Exile_Falcon77 to KGBTR [link] [comments]

Muhammet günümüz Müslümanları gibi Tevrat ve İncil’in değiştirildiğine inanıyor muydu?

Hemen hemen bütün Müslümanlar Tevrat’ın ve İncil’in aslında Allah tarafından indirildiği ama zamanla kötü niyetli kişilerce tahrife uğradığını düşünür. Dolaysıyla İslamın ana argümanlarından biri de Allahın değişen sözlerini hatırlatmak ve insanları Yahudilik ve Hristiyanlık da dahil bütün “batıllardan” uzaklaştırmak için yeni bir kitap yollamasıdır. Sahi, eğer Tevrat ve İncil tahrife uğramamışsa Kuran’a ne gerek vardı?
Lakin, Kuran’ın ehli kitap ve geçmiş kitaplar hakkındaki ayetlerini incelediğimiz vakit başka bir manzara ile karşılaşıyoruz.
En basitinden başlamak gerekirse, Kuran devamlı “sana ve senden önce indirilenlere iman”dan söz eder. Dikkat edilirse bu apaçık olduğu iddia edilen Kuran’da spesifik olarak Tevrat’ın vs. “orijinal versiyonu”na imandan bahsedilmez ama bazı günümüz mealcileri onu da parantez içinde belirtir. Yine de bu ayetlere görece rahat bir şekilde “burada indirilmiş versiyonlarına imandan bahsediliyor” diye takla artırılabilir.
Daha büyük sıkıntı ise İslamın ana metninde Muhammed’in “Tevrat ve İncil tahrife uğradığı” için değil “elinizdeki Tevrat ve İncili tasdik etmek (doğrulamak)için geldiği belirtilmektedir. Bu ayetleri takla attırmak çok daha zor çünkü burada Kuranın yazarı açık açık Muhammet’in Yahudi ve Hristiyanların yedinci yüzyıl itibarı ile “ellerinde/yanlarında bulunan” Tevrat ve İncil’i doğruladığını söylüyor.
Ama günümüz Müslümanları için en büyük sıkıntı Kuran’ın Yahudi ve Hristiyanlara defaatle “elinizdeki Tevrat ve İncil’e göre hükmedin” şeklinde emirler vermesidir. Bunun en geniş çaplı örneğini Maide 68’de görüyoruz: “Ey ehl-i kitap! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça bir dayanak üzere olamazsınız.” Yine burada taklacı mealcılar enteresan işler çıkarmış. Daha spesifik olmak gerekirse bir grup Yahudinin içlerinde zina edenlerin taşlanması husunda Muhammet’e danışması üzerine “Allah'ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında olduğu halde, seni nasıl hakem kılıyorlar” ayeti iniyor. Devamındaki iki ayette de Muhammet dönemindeki Tevrat’ın hükümlerinin geçerliliği anlatılıyor (bazı meallerde çelişkinin farkındalığı olsa gerek ciddi taklalar atılmış). Yine Maide suresinde Allah Hristiyanlara “İncil ehli de, Allah'ın o kitapta indirdiği emirlerle hüküm versinler” diye sesleniyor (burada özellikle yeni meallerde taklalar görüyoruz).
Gerçekten de eğer Muhammet Tevrat ve İncil’in değiştiğini düşünüyor olsaydı yahudiler ve hristiyanlara elinizde bulunan kitaplarınızın kanunlarıyla hükmedin demek yerine bu kitaplar tahrif edildiği için hükümsüzdür demesi gerekmez miydi?
Müslümanlar için işi daha da yokuşa süren şeylerden biri ise Kuran’da birçok yerde “Allahın hükümlerinin değişmeyeceği/değiştirilemeyeceği”nin yazmasıdır. Dikkatinizi çekerim o meşhur “Kuranı biz indirdik onu biz koruyacağız” ayetinin aksine bu ayetlerde Allah’ın sözlerinin (dolaysıyla Tevrat ve İncilin de) tahrifatının mümkün olmadığı anlatılıyor.
Velhasıl kelam, günümüz Müslümanlarının iddia ettiği gibi Kuran’da Tevrat ve İncilin fiziksel olarak tahrif edildiği yazıyorsa bu Kuran’ın yine kendi içinde çeliştiğini gösterir. Ama Yahudi ve Hristiyanlardan şikayet eden ayetler genel olarak Tevrat ve İncil’in durumundan ziyade ehl-i kitabın “Allah’ın hükümlerini yok saydığından, sözlerini eğip büktüğünden, sözlerinden döndüklerinden, ayetlerini gizlediklerinden” bahsediyor. Biraz daha spesifik olmak gerekirse, Kuran özellikle Yahudilerden bazılarının Tevrat’ın hükümlerine olması gerektiği gibi inandıklarından bazılarının ise kitabı tahrif etmeye çalıştığından bahsediyor.
Bu yüzden olsa gerek, ilk dönem İslam alimleri Tevrat ve İncil’in metinlerinin değil Yahudi ve Hristiyanların onları yorumlamalarının doğrudan saptığı görüşünde hem fikir olmuşlardır. Örneğin ilk Kuran yorumcularından olan İbni Abbas “kimsenin o kitaplardaki Allah kelamını değiştiremeyeceğini ama onu yanlış yorumlayıp sapıtabileceğini” yazıyor. Bu neredeyse 400 yıllık geleneği ise onbirinci yüzyılda yaşamış İbni Hazım sona erdiriyor ve onunla birlikte Müslüman alimler yavaş yavaş günümüz Müslümanlarının argümanlarını kullanmaya başlıyor.
submitted by RoundReputation3 to KGBTR [link] [comments]

Irondebik al kurandaki celiskiler

A- Kur’an’ın Kendi İçindeki Dinî Çelişkiler:
1- Hesap gününde Allah’tan başkası şefaat edebilir mi?
Edemez / Bakara-48: Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden bir şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden korunun.
Edebili Meryem-87: Rahman’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.
Edebilir diyen diğer Ayetler: Zuhruf-86, Edemez diyen diğer ayetler: Enam-51, Bakara-123, Secde-4, İnfitar-19
2- Kötülük Allah’tan mı gelir?
Nisa -78. Nerede olursaniz olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: “Bu Allah’tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa “Bu, senin tarafındandır” derler. De ki: “Hepsi Allah’tandır”. Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamaya yanaşmıyorlar?
Nisa-79. Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır, sana ne kötülük dokunursa kendindendir. Seni insanlara peygamber gönderdik, şahid olarak Allah yeter.
3- Müslüman olmayanlar cennete gidebilir mi?
Gidebili Bakara-62. Şüphesiz, inananlar, Yahudi olanlar, Hıristiyanlar ve Sabiilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp yararlı iş yapanların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlar için artık korku ve üzüntü yoktur. (Ayrıca Maide-69 ) Gidemez/ Ali İmran-85. Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ayrıca tevbe-30)
4- Cennetin genişliği ne kadardır?
Göklerle yer kada Ali İmran -133. Rabbinizin bağışına, genişliği göklerle yer arası kadar olan ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun. Gökle yer kada Hadid-21. Rabbinizden bir bağışlanmaya ve eni, gökle yerin genişliği kadar olan, Allah’a ve Resulüne inananlar için hazırlanan cennete yarışırcasına koşun. İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.
5- İlk müslüman kimdir?
Enam-163’e göre Muhammed. Araf-143’e göre Musa. Ali İmran-67’ye göre İbrahim.
6- Kur’an’daki Gaflar: (Allah’a ait olmadığı açık olan Ayetler)
Hud-2. Allah’dan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından müjde vermek ve uyarmak için gönderilmiş gerçek bir peygamberim.
Şura-10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Tevbe-30. Yahudiler, “Uzeyir Allah’ın oğlu” dediler, Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğlu”, dediler. Bu onların kendi ağızlarıyla uydurdukları sözlerdir. Daha önce inkara sapmış olanların sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin, nasıl da saptırıyorlar!
Zariyat-51. Allah ile beraber başka bir tanrı edinmeyin. Zira ben size O’nun tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
En’am-104. Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim.
En’am-114. Allah’tan başka bir hakem mi arayayım ki size, her muhtaç olduğunuz şeyi bildirip açıklayan kitabı, o indirmiştir. Kendilerine kitap verilenler de bilirler ki o, senin Rabbin tarafından gerçek olarak indirilmiş bir kitaptır; artık şüphe edenlerden olma.
Bu ayetlerden Kur’an’ı yazanın Muhammed olduğu açıkça belli oluyor. Hitap eden Allah değil, Muhammed. Belli ki gaf yapmış, “De ki” ekini unutmuş.
7- İblis melek midir, cin midir?
Bakara-34’e göre melek, Kehf-50’ye göre ise cindir.
Bakara-34. Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.
Kehf-50. Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!
8- İslam’da Vasiyet geçerli midir?
Bakara-180’de ölümü yaklaşanlar için vasiyet etmek şart koşulmuşken, Nisa/ 11-12 ayetleriyle vasiyetin bir hükmü kalmamış, miras taksimi zorunlu kılınmıştır.
Bakara-180. Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
Ayete ilaveten, Muhammed’in Veda Hutbesinde şöyle dediği yazılıdır:
“Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur.”
9- Allah’ın katına olan mesafe-zaman çelişkisi:
Secde 5. Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine çıkar.
Mearic 4. Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) ellibin yıl olan bir günde yükselip çıkar. Bu çelişkiye bir de Allah katındaki zaman çelişkisini ekleyelim:
Hac-47. Senden çabucak azabı getirmeni istiyorlar. Allah, asla vaadinden caymaz. Doğrusu Rabbının katında bir gün; saydıklarınızdan bin yıl gibidir.
10- Allah herşeyi bilir mi?
Gaybı bilen yalnızca Allah’tır” ayetlerine rağmen Enfal/ 65-66 da Allah’ın bir müslümanın kaç düşmana bedel olduğunu ancak savaştan sonra bilebildiği anlaşılıyor.
Enfal-65. Ey Peygamber! Müminleri cihada teşvik eyle. Eğer sizden sabredecek yirmi kişi olursa ikiyüze galip gelirler ve eğer sizden yüz kişi olursa kafirlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar hakkı ve akıbeti düşünmeyen anlayışsız bir kavimdirler.
Enfal-66. Şimdi Allah sizden yükü hafifletti ve sizde bir zaaf olduğunu bildi. O halde sizden sabredecek yüz kişi olursa ikiyüz düşmana galip gelirler, sizden bin kişi olursa Allah’ın izniyle ikibin düşmana galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir.
11- Evlilikte Peygambere tanınan ayrıcalık:
Ahzap-50. Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helal kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikah etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
12- Allah ve melekleri, Muhammed’e salat eder mi?
Ahzap-56. “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salat ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salat edin, selam edin.” ayetinde Allah’ın peygambere salat ettiği ifadesi büyük çelişkidir.
Salat = Namaz, dua
Bu ayetteki salat’ın namaz anlamına gelmediğini, destek anlamı taşıdığını öne sürenler de vardır. Bu da apaçık olduğu söylenen ayetler üzerinde bırakın sıradan insanları, İslam alimlerinin dahi anlaşamadığını gösterir.
13- Allah gönderdiği kanunları, hükümleri değiştirir mi?
Bakara-106. “Herhangi bir Ayet’in hukmunu yururlukten kaldirir veya unutturursak, onun yerine daha hayirlisini veya benzerini getiririz. Allah’in herseye gucunun yettigini bilmezmisin? ”
Hac-52. Senden önce hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki, bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun bu temennisine dair vesvese vermiş olmasın. Ama Allah, şeytanın vesvesesini giderir. Sonra Allah, âyetlerini sağlamlaştırır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nahl-101. Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
Rad-39. Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.
Aşağıdaki ayetlerde ise farklı söylenir;
Fatır-43. “… Hayır! sen Allah’ın kanununda değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın kanununda asla bir döneklik bulamazsın. ”
Feth-23. “… Allah kanununda hicbir degişiklik bulamazsınız. ”
14- Tanrı’nın kitabı düzensiz, karmaşık olabilir mi?
Kur’an’ın genelinde konu karmaşası ve uyumsuzluk vardır. Bir konudan bir başka konuya atlanır. Örneğin Bakara suresinde boşanma konusu işlenirken aniden namaz kılma ve usülleri anlatılmaya başlanır. Ardından tekrar hukuk konularına dönülür. (Bakara/ 237-238-239)
Birçok surede aynı anlatımlar tekrarlanır. Bu durum Kur’an ayetlerinin karışık ve düzensiz toplandığını gösterir ki Allah’ın koruması altında olan bir kitabın böyle düzensiz olması bir çelişkidir.
15- Edison, Einstein, Ebu Talip vb. ebedi cehennemlik mi?
Ali İmran-115. Onlar ne hayır işlerlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanları bilir.
Bakara-217. Sizden kim dininden döner de kafir olarak ölürse öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.
Tevbe-17. Allah’a ortak koşanların, inkarlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken, Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez. Onların bütün amelleri boşa gitmiştir. Onlar ateşte ebedi kalacaklardır.
Müslümanların yaptığı zerre kadar işler karşılıksız kalmayacakken, inanmayanların bütün amelleri boşa gidecek ve sonsuza kadar cehennemde işkence görecekmiş. Tanrı böyle haksızlık yapar mı?
16- Şüphesi, çelişkisi olanın soru sorması yasak!
Maide-101. Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Halbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
Maide-102. Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu.
Allah’ın soru sorma yasağı koyması kadar saçma bir hareket olabilir mi? Böyle bir saçmalığı, sorular karşısında kendine güvenemeyen insan yapar.
17- Kur’an apaçık anlaşılır bir kitap mı?
Şuara-195’te Muhammed, “uyarıcılardan olabilsin diye” Kur’an’ın “apaçık bir dille” indirildiği; Zuhruf/ 2-3 ‘te daha açık olarak, ” Apaçık Kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz O’nun düşünüp anlayasınız diye ” indirildiği; Fussilet-44’te Kur’an ayetlerinin uzun açıklamalı olmadığı; Yusuf-12’de Kur’an’ın, herkesçe “okunup anlaşılması için” indirildiği; Duhan-58 ‘de, herkese öğüt alsınlar diye kolaylaştırıldığı söylenir.
Ancak Kur’an anlaşılmaz bir yığın ayetle ve kavramla doludur. Anlaşılabilmesi için eski Kureyş Arapçasının, hadislerin, peygamberin ayrıntılı hayatının, dönem tarihinin iyi bilinmesi gerekir. Orucun kaç gün olduğu, namazın kaç vakit olduğu bile açıkça belirtilmemiştir.
18- Kıble, İslam’ın ilk yıllarında neden Kudüs’tü?
Müslümanlar kıble olarak önce Kudüs’ü sonra Kabeyi seçmişlerdir. Bu durum Bakara/ 142-145 ayetlerinde açıklanır.
Bakara-142. İnsanlardan bazı beyinsizler; «Onları daha önce yöneldikleri kıbleden çeviren sebep nedir?» diyecekler. De ki; «Doğu da Batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yola iletir.»
Kıble değişikliği bir çelişkidir ve Yahudilerle yaşanan çekişme neticesinde çıkmıştır. Halbuki madem önceki toplumların ve peygamberlerin de namaz kıldığı iddia edilir, öyleyse onların kıblesi neyse yine o olmalı ve hiçbir şartta değişmemeliydi.
19- Ganimetlerin tamamı mı yoksa 1/5’i mi?
Enfal-1.’de “ganimetler Allah’ın ve peygamberindir” denirken, Enfal-41’de “ganimetlerin beşte biri Allah’ın ve peygamberindir” denir.
Enfal-1. (Ey Muhammed!) Sana ganimetler hakkında soruyorlar. De ki: “Ganimetler, Allah’a ve Resûlüne aittir. O hâlde, eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlüne itaat edin.”
Enfal-41. Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. (…)
20- Peygamberler eşit mi yoksa üstün olanı var mı?
Bakara-285 ‘te Peygamberler arasında fark olmadığı söylenirken, aynı surenin 253. ayetinde; “İşte bu peygamberlerin bir kısmını diğerlerine üstün kıldık..” denir.
Bakara-285. Peygamber de, iman edenler de O’na indirilene inandı. Hepsi de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etti. “O’nun peygamberlerinden hiçbirinin arasında fark görmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Affını dileriz ey Rabbimiz, Dönüş sana’dır” dediler.
Bakara-253. İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. (…)
21- Kur’an Mekke ve çevresine mi yoksa tüm insanlara mı?
Enam-92. Bu da kendisinden öncekileri doğrulayan mübarek bir kitaptır ki, beldelerin anası (Mekke) ile onun çevresindekileri uyarman için indirdik. Âhirete inananlar, ona da inanırlar; onlar, namazlarına da dikkatle devam ederler.
Kalem-52. Oysa Kuran, alemler için bir öğütten başka bir şey değildir.
22- Cehennemde kapışma?!
Alak/ 15-18. And olsun ki onu perçeminden, yalancı ve günahkar perçeminden cehenneme sürükleriz. O zaman taraftarlarını çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız.
Ayet, Ebu Cehil için söylenmiş. Güçsüz bir insanın “Allah benden yana” demesine benziyor. Yani insan sözü.
23- Hitap çelişkisi: ( Ben, Biz, O, Allah)
Kur’an’da ayetlerin çoğunda Allah 3. şahıs, bazılarında 1.şahıstır. Kimi ayetlerde çoğul “biz” ifadesi, kimilerinde ise tekil ifade mevcuttur. Örneğin Hac/ 34-35 de şahıs zamirinde tam 6 kez değişiklik yapılır. Allah’tan hitap bir kitapta hep aynı zamir kullanılmalıydı.
24- Bu ayette melekler mi konuşuyor?
Zuhruf-11’de de ilginç bir kurgu vardır: “O suyu gökten bir ölçüye göre indirir. Biz onunla ölü memleketi diriltiriz”. Suyu indiren Allahsa, ölü memleketi dirilten kim? Kur’an’ı Allah gönderdiyse bu “biz” diyen kimler?
25- Allah mı şair? Muhammed mi?
79 ayetlik Rahman suresinin 31 ayeti aynıdır. ” Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz” ayeti sürekli tekrarlanmıştır. Benzer tekrarlara başka surelerde de rastlanır. Bu acaba Muhammed’in mi yoksa Allah’ın mı edebi özelliği, keyfiyetidir?
26- Kıyametin saatini Allah bilmiyor mu?
Füssilet-47. Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi ona (Allah’a) havale edilir. Anlaşılan melekler Allah’tan daha iyi biliyor herşeyi.
27- Allah kimin neye taptığını bilmiyor mu?
Sebe-40. O gün Allah, onların hepsini toplayacak; sonra meleklere: Size tapanlar bunlar mıydı? diyecek. 41. (Melekler) derler ki: “Seni eksikliklerden uzak tutarız. Onlar değil, sen bizim dostumuzsun. Hayır, onlar cinlere ibadet ediyorlardı. Onların çoğu cinlere inanıyordu.”
28- Allah insan gibi yemin eder mi?
Naziat suresi de şöyle başlar: “(1) Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara and olsun, (2) Canları kolaylıkla alanlara and olsun, (3) Yüzüp yüzüp gidenlere and olsun, (4-5) Yarıştıkça yarışan ve işleri yöneten meleklere and olsun “.
Ayrıca Kur’an Allah’ın yeminleri ile doludur. Arapların çok yemin ettiği özelliği bilinir de Allah’ın bu kadar çok yemin etmesi anlaşılmaz. Yoksa bu yeminler Muhammed’in yeminleri midir?
29- Allah küfreder mi?
Enam-108’de “Allah’tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek Allah’a söverler.” denmesine rağmen;
Bakara-171, Araf-179, Furkan-44, Tevbe-28, Bakara-65, Maide-60, Cuma-5, Araf-176 da farklı inançlardakilere hayvan, eşek, köpek, domuz, pislik, maymun diye sövülmüştür.
30- Büyüyünce hayırsız evlat olacağı sanılan çocuğun öldürülmesi:
Kehf-80. ” Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkara sürüklemesinden korktuk.”
Hiçbir suçu olmayan bir çocuğu, ilerde anne-babasına karşı kötü davranma ihtimali nedeniyle öldürmek ne derece haklı bir gerekçedir? Sanki bütün hayırlı anne-babaların hayırsız çocukları öldürülüyormuş gibi aktarılan bu maval doğru mudur?
31- Muhammed’in onca eşine ilaveten evlatlığının eşiyle evlenmesi:
Ahzap-37′ de hoşlandığı evlatlığının karısı Zeynep’le evlenebilmesi için, ahlaki bir adet olan evlatlığın öz evlat gibi görülmesi kuralının kaldırılması etik açıdan yanlış değil midir?
32- Allah’ın velisi var mı yok mu?
İsra-111. Ve de ki: “Övgü, allah’adır. O çocuk edinmemiştir, yönetimde ortağı ve zillettten ötürü de bir veliside yoktur.” O’nu alabildiğine Yücelt. Yunus-62. Uyan! Allah velilerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar!
33- Yaratan mı? Yaratanlar mı?
İhlas-1. De ki; O Allah bir tektir.
Saffat-125. Yaratanların en iyisini bırakıp da Ba’l’e mi taparsınız?
Yaratanların en iyisi Allah’sa diğer yaratanlar kim?
34- Allah yardıma muhtaç mıdır?
İhlas-2. Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O’na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir )
Muhammed-7. Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.
35- Yer ve gök kaç günde yaratılmıştır?
6 günde : (Araf-54) (Yunus-3) (Hud-7) (Furkan-59) 8 günde : (Füssilet/ 9-12)
36- Kölelik evrensel mi?
Nahl-75. Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen, başkasının malı olmuş bir köle ile katımızdan kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak harcayan (hür) bir kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olurlar mı? Doğrusu hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.
Kur’an’daki ayetler evrensel ise; İnsanlar arasında ayrım, köleliğin kaldırılmamış olması yanlış değil midir? Bu durumda kölelik kıyamete kadar meşrulaştırılmış olmuyor mu?
37- Kur’an’da neden sadece İsrail’e gönderilen peygamberler var?

Kur’an’da bildirilen peygamberlerin neredeyse tamamının Yahudi olması, her kavme peygamber gönderildiği belirtilmesine rağmen başka milletlerden tek örneğin olmaması nasıl açıklanabilir? “
Neden peygamberler hep aynı soydan?
124.000 peygamber” bir hadis uydurması olsa bile, peygamberlerin İbrahim’in soyundan olduğu iddiası büyük bir çelişkidir. Demek ki İbrahim’in soyundan olmayanlara peygamberlik verilmemiştir. İngilizler, Fransızlar, Japonlar, Türkler, Ruslar, Kızılderililer, zenciler İbrahim soyundan olmadığına göre her millete peygamberlik verildiği iddiası doğru olamaz. Olsaydı, bir tanesinin bile izi olmaz mıydı? Halbuki tümü Ortadoğu’dan ve Sami kökenli. Demek ki hepsi Sami uydurması..
38- Musevilere “Yahudi” denmesi:
Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık.
Kur’an’da Musevilerden Yahudi diye bahsediliyor. Halbuki o dönemde Yahudi olduğu halde Hristiyan olanlar çok. Madem ki “Hristiyan” yani “İsacı” diyor, “Musevi” yani “Musacı” da denebilirdi. Bu genelleme yanlıştır. Günümüzde de Yahudi olanlar içinde ateisti, dinsizi, Hristiyanı, müslümanı, Budisti vardır.
Ayrıca bir millete bir gıdanın yasaklanıp, diğer milletlere serbest bırakılmasının mantığı olabilir mi? Örneğin “Türklere balık yemeyi yasakladık” dense bu kabul edilebilir mi?
  1. İnananlar Muhammed’in kulu mu?
Zümer-10. Kul ya ıbadillezıne amenütteku rabbeküm lillezıne ahsenu fı hazihid dünya haseneh ve erdullahi vasiah innema yüveffes sabirune ecrahüm bi ğayri hısab
Ayet, “De ki ey inanan kullarım” ile başlıyor.
De ki: ‘Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah’ın arz’ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir.’
Muhammed, inananlara “kullarım” diye sesleniyor. Bazı meal tahrifatçıları bu hatayı kamufle edebilmek için mealin başın “Bizim adımıza de ki” ya da “tarafımdan söyle” gibi ilaveler yapmışlar. Halbuki Arapçasında bunlar yok. Bazıları da “Kullarım” değil, “kullar” olarak çevirmiş.
Eğer Kur’an’ı Allah gönderseydi ayette Allah’ın “de ki” demeyip direk kendisinin söylemesi gerekirdi. Ya da “İnanan kullarıma de ki” şeklinde olmalıydı.
Aynı ifadeyi Zümer-53’de de görmekteyiz:
Zümer-53. De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
40- “Günah Çıkarma” Kur’an’da da var!
Tevbe-102. Onlardan (Münafıklardan) bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. 103. Onların mallarından, onları günahlarından arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlara huzur verecektir. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
41- Meleklerden peygamber olur mu?
Muhammed’e inanmayanlar ” Elçi olarak bize bir melek gelmelsi gerekmez miydi” derler. Buna şu yanıt verilir:
İsra-95. De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine), yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”
Mantıklı. Dünyada insanlar yaşadığına göre melekten peygamber olmaz. Gelgelelim meğer öyle değilmiş. İsra-95’de melekten peygamber olamayacağı söylenirken; Bakın aşağıdaki ayette ne diyor:
Hac-75. Allah, meleklerden ve insanlardan peygamberler seçmiştir; şüphe yok ki Allah, duyar, görür.
42- Cehennemde sadece ne yenir? Zakkum mu? Darı dikeni mi? Yoksa kanlı irin mi?
Duhan/ 42-43-44. Doğrusu (cehennemde) günahkarların yiyeceği zakkum ağacıdır; karınlarda suyun kaynaması gibi kaynayan, erimiş maden gibidir.
Gasiye suresi 6. ayeti öyle demez.
Leyse lehüm ta’amün illa min dariy’ın.
Onlar için darı dikeninden başka bir yiyecek yoktur.
Hakka-36. Ve lâ taâmun illâ min gıslîn
“Kanlı irinden başka bir yiyeceği de yoktur.”
Zakkum ağacı ile darı dikeni çok farklı bitkiler olduğuna ve kanlı irinle de eş anlamlı olmadıklarına göre ayetler arasında çelişki mevcuttur.
  1. Dünya oyun ve eğlence yeri mi?
Duhan 38. Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
Enbiya 16. Biz yeri, göğü ve arasındakileri oyun olsun diye yaratmadık.
Enam 32. Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah’tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız?
Muhammed 36. Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.
Duhan ve Enbiya suresinde dünyayı oyun ve eğlence olsun diye yaratmadığını söyleyen Allah, diğer iki surede tersine dünyanın oyun ve eğlence yeri olduğunu söylüyor. Bu, açıklanabilir bir çelişki değildir. Belli ki Muhammed’in zaman içinde fikri değişmiş ama daha önce ne yazdığını unutmuştur. Allah olsaydı, unutmaz ve böyle bir çelişkiye sebep olmazdı.
  1. Bebeğin sütten kesilme süresi kaça ay?
Lokman 14. Gerçi biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): «Bana, anana ve babana şükret» diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.
Ahkaf 15. Biz, insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”
Parantez içinde belirtilenlerle hamilelik döneminin katıldığını kabul ettiğimizde toplamda 30 değil, 33 ay yapar. Hamilelik 9 ay + Emzirme 24 ay = 33 ay. —- Allah 3 ay eksik mi söylemiştir, yoksa Allah2ın sözlüğünde “yaklaşık” sözcüğü mü yoktur acaba?!
  1. Önce Yer mi düzenlendi yoksa Gök mü?
Fussilet ve Bakara suresindeki ayetlere göre önce yer sonra gök.
Fussilet (9-10). De ki: “Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O’na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.” O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.
Fussilet (11-12). Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin” dedi. İkisi de, “İsteyerek geldik” dediler. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk.İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah’ın takdiridir.
Bakara 29. O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
Gelgelelim Naziat suresinde durum tam tersidir:
Naziat (27-29). Sizi yaratmak mı daha güç, yoksa gökyüzünü yaratmak mı, ki onu Allah bina etti, onu yükseltip düzene koydu. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı.
Naziat (30-33). Ondan sonra da yerküreyi döşedi. Kendiniz ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak üzere, yerden suyunu ve otlağını çıkardı ve dağları sağlam bir şekilde yerleştirdi.
Bundan daha büyük bir çelişki olur mu? Allah, göğü mü önce düzenlediğini, yoksa yeri mi önce düzenlediğini birbirine karıştırır, bir ayette yer, başka ayette gök der mi? Böyle bir karışıklığı bir tanrı değil, bir insan yapar ancak..
  1. Allah insanların inanmasını mı ister inanmamasını . mı?
İsra 45-46. Kur’an okuduğunda, seninle ahirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz. Kur’an’ı anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Kur’an’da sadece Rabbinin birliğini andığın zaman arkalarına dönüp kaçarlar.
Meryem 83. Görmedin mi, biz gerçekten şeytanları, kafirlerin üzerine gönderdik, onları tahrik edip kışkırtıyorlar.
Bir insanın başlangıçta bir fikre, bir ideolojiye, bir dine inanmaması, ölene kadar inanmayacağı anlamına gelmez. Örneğin Muhammed’e de Mekke döneminde 300-400 kişi inanmış, diğerleri inanmamıştı. Ama 10 yıl sonra zorla ya da kendi isteğiyle onbinlerce insan inanmış oldu. Ömer bile ilk sıralar inanmamış hatta Muhammed’i öldürmeyi kafasına koymuştu. Halid Bin Velid Kureyşlilerin komutanıydı, Bedir ve Uhud Savaşlarında az müslüman öldürmemişti. Yani, en büyük düşmanlardan, Kur’an tabiriyle en büyük kafirlerden biriydi. Ama hudeybiye anlaşmasından sonra müslüman olmuştu. Ebu Süfyan, karısı ve hamza’nın ciğerini yiyen Hind, oğlu Muaviye, Hamza’yı öldüren ve ciğerini söken Vahşi ve daha bir yığın kafir, sonradan müslüman olmuşlardı. Ama ayetlere göre Allah, inanmayanların üzerine şeytanları gönderip kışkırtıyor ve onları daha fazla günaha, daha fazla kötülüğe zorluyor. Kur’an’ı anlamamaları için engeller koyuyor. Mantıklı olduğu söylenebilir mi?
B- KUR’AN’DAKİ BİLİMSEL ÇELİŞKİLER
1- Tarık Suresi 7. ayet:
(Bu su- meni) Bel kemiği ile kaburgalar arasından çıkar.
Tıp, testislerden diyor.
2- Cennetin genişliği göklerle yer kadar mı?
Rabbinizden olan mağfiret ve eni göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın; o, muttakiler için hazırlanmıştır. (Âli İmran Suresi-133)
Yer’den kastedilen dünya gezegeni olduğuna göre, dünya da uzayda diğer gök cisimlerinden bir olduğuna göre “gök ile yer kadar” demek anlamsız bir ifadedir. Hatta bu ifadeden yerin altta, uzayın ise üstte algılandığı anlaşılmaktadır.
3- Dünyanın 4 günde, göklerin ise 2 günde yaratılmış olması: (Füssilet/11-12)
  1. De ki: “Siz gerçekten yeri iki günde yaratanı inkar edip duracak mısınız? Birde O’na eşler mi koşuyorsunuz? O, bütün alemlerin Rabbidir.
  2. Hem ona üstünden ağır baskılar (dağlar) yaptı, onda bereketler meydana getirdi ve onda azıklarını dört gün içinde araştıranlar için bir düzeyde takdir buyurdu.
  3. Sonra göğe doğruldu da o bir duman iken ona ve yere: “İkiniz de ister istemez gelin!” dedi. İkisi de: “isteye isteye geldik.” dediler.
  4. Böylece onları iki günde yedi gök olmak üzere yerine koydu ve her gökte (bulunan meleklere) işlerine ait emrini vahyetti. Dünya gökyüzünü kandillerle donattık ve koruduk, işte bu, hep o çok güçlü ve herşeyi bilenin takdiridir.
4- Yerin göklerden önce yaratılmış-düzenlenmiş olması: Füssilet/10-12
5- Miras dağıtımındaki avl yöntemi gerektiren matematik hatası. (Nisa/10-12)
https://panteidar.wordpress.com/2009/10/27/kuranda-matematik-hatasi/
6- Güneşin kara çamurlu bir suya batması.
Sonunda güneşin battığı (mağrib) yere kadar ulaştı ve onu kara çamurlu bir gözede batmakta (Garabe) buldu, yanında bir kavim gördü. (Kehf Suresi-86)
Ayetten; dünyayı göğün altında uçsuz bucaksız bir yer olarak gören ve göz yanılmasından dolayı güneşin dünyanın batısında bir çamur gözesine battığını sanan bir yanlış bilgiye sahip olunduğu anlaşılmaktadır.
7- Ortadoğuda yetişen Hurma, üzüm gibi meyvalardan bahsedilip batıda yetişenlerden hiç bahsedilmemesi.
Kur’an’da genelde tüm konular Ortadoğu’ya, Arabistan’a özgüdür. Örneğin yağmurdan, rüzgardan bahsedilir ama kardan, doludan, buzdan bahsedilmez. Hayvanlardan ve bitkilerden bahislerde de böyledir. Batıya özgü meyvalar hiç geçmez.
8- Kalbin beyin fonksiyonlarına sahip gösterilmesi.
Duygular, düşünceler, inançlar kalbin mi beynin mi fonksiyonları? Bakara/97-260-283, Kehf-28, Şuara-195
9- Ay’ın yarılması:
Kamer-1. Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.
10- Gök gürültüsü, şimşek ve yıldırımın Allah’ın insanları korkutma ve cezalandırma aracı olduğu:
Rad/12-13. O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir. Gök gürlemesi O’na hamd ederek tespih eder. Melekler de O’nun korkusundan tespih ederler. O, yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Onlar ise Allah hakkında mücadele ediyorlar. Hâlbuki O, azabı çok şiddetli olandır.
11- Her canlının çift yaratıldığı:
Zariyat-49. Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
Her canlı çift değildir. Bakteriler, virüsler bölünerek çoğalırlar.
12- Rahman-14. Allah insanı, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı:
Halbuki benzer bir hayvanın dna’sı üzerinde yapacağı değişiklikle insanı yaratması daha bilimsel olmaz mıydı?
13- Kısasa Kısas:
Bakara-178. Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir.
Kısas’ın çağdaş hukukta geçerliliği olabilir mi? Bu ayetle Kur’an’ın evrenselliğinden bahsedilebilir mi?
14- Denizin yarılması, ölünün diriltilmesi gibi bilim dışı sözde mucizeler.
15- Hayvanların 8 çift olması:
Zümer-6. Sizi bir tek nefisten yaratmış, sonra ondan eşini varetmiştir; sizin için hayvanlardan sekiz çift meydana getirmiştir; sizi annelerinizin karınlarında üç türlü karanlık içinde, yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır; işte bu Rabbiniz olan Allah’tır. Hükümranlık O’nundur, O’ndan başka tanrı yoktur. Öyleyken nasıl olur da O’nu bırakıp başkasına yönelirsiniz?
Sekiz çift hayvan az değil mi? Hangileri acaba? At, eşek, deve, koyun, keçi, öküz-inek, tavuk-horoz, hindi, ördek, tavşan, kuş, balık, kedi, köpek, balarısı… Aşağıdaki ayetlerde açıklanıyor hangileri olduğu:
Enam-143. Sekiz çift yarattı: Bir çift koyun, bir çift keçi. (…) Enam-144. Deveden bir çift sığırdan da. (…)
16- Yıldızların şeytanlar için atış tanesi olduğu:
Mülk-5. Andolsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.
Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları küçük sanılıyor. Hatta göktaşı ile karıştırılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın yüzlerce misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor. Sadece tek başına “yıldızların düşmesi” ifadesi bile yıldız’ın ne olduğunu bilenler için dinlerin uydurma olduğunu kanıtlamaya yeterlidir. Çünkü Tevrat, incil ve Kur’an’da aynı büyük yanlışa düşülmüştür.
17- Savaşçı Melekler:
Al’i İmran/124-125. İnananlara: “Rabbinizin size gönderilmiş üç bin melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?” diyordun. Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar de hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz size, nişanlı beş bin melekle yardım edecektir.
Savaşta müslümanlara melek ordusuyla destek veriliyormuş. Bugünlerde çok ihtiyaç var bu melek ordusuna ama Allah’tan tık yok, umursamıyor sanki.. Melek ordusu bilimdışı değil mi? Allah onun yerine müslümanları güçlü kılmış olsa daha doğru olmaz mı? 165. (Bedir de) iki katını (düşmanınızın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud’da) kendi başınıza geldiği için mi “Bu nasıl oluyor!” dediniz? De ki: O, kendi kusurunuzdandır. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.
Galip gelinen savaşta melekler var, mağlup olunanda neden yardımcı olmamışlar acaba? Galibiyet meleklerden, mağlubiyet insanların hatasından mı? 18- Ay’ın nur olduğu:
Yunus-5. O’dur ki Güneş’i bir ışık yaptı. Ay’ı da bir nûr kılıp, ona birtakım konaklar tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz.
Ay’ın bir nur olmadığı sadece geceleri güneşten aldığı ışığı yansıttığı biliniyor.
19- Bir gecenin bir ömre bedel olması:
Kadir-3. Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır!
Sadece bir gece, bin aydan yani yaklaşık bir ömürden nasıl daha hayırlı olabilir?
20- Tatlı suda inci ve mercan yetiştiği:
Rahman suresi 19-22 ayetleri ile Furkan suresi 53. ayetinde geçen iki denizin birbirine salındığı-karıştırıldığı ama aralarında bir engel olduğunu yazan ayetlerde denizlerden birinin suyunun içilebilen tatlı su olduğu, diğerinin acı ve tuzlu su olduğu yazılıdır. Rahman-22’de her ikisinde de inci ve mercan yetiştirildiğini yazar. Halbuki tatlı suda inci ve mercan yetişmez. Suni olarak inci yetiştirilse bile mercan hiç yetişmez.
21- Göğün, yıldızların yere düşmesi:
Bilindiği gibi, dünya evrende bir toz tanesi kadar küçük bir gök cismi ve güneşin bir uydusu. Ama Kur’an’a sanki dünya altta, bütün yıldızlar üstteymiş ve Allah tutmasa yere düşermiş şeklinde yansıtılmış. Bu da Kur’an yazarının bilimsiz şartlarda yetişen bir insan olduğunu gösteriyor.
Hac 65. Görmüyor musun ki, Allah bütün yerdekileri ve emri uyarınca denizde akıp gitmekte olan gemileri sizin hizmetinize vermiştir. İzni olmaksızın yerin üzerine düşmesin diye göğü O tutuyor. Şüphesiz ki Allah, insanlara karşı çok esirgeyici, çok merhametlidir.
22- Dünyanın düz olduğu:
Kur’an’ın yer ve gök ayetlerindeki ifadelerinden yeri uçsuz bucaksız düz bir alan, göğü ise yerin üzerinde bir kubbe olarak düşündüğü net olarak anlaşılır. Örneğin “Cennetin genişliği göklerle yer kadardır” ifadesi, yerin bir gök cismi olmadığının sanıldığını açıkça ortaya koymaktadır. Sanki bir uçta yer diğer uçta 7. gök varmış gibi düşünülmektedir. Ayrıca Fussilet suresinde yerin ayrı göğün ayrı yaratıldığı ifadeleri de bunu göstermektedir.
Bundan çok daha net olarak Şems suresi 6. ayetinde düzlenmiş olan yere yemin edilir. Ancak bu ayet mealciler tarafından tahrif edilerek yayılıp döşenmiş olarak çevrilmiştir.
Şems 6. Vel ardı ve mâ tahâhâ. — Ve yere ve onu düzleyene.
taha düzlemek demektir, tahiv kökünden düzgün sözcüğünden gelir. Elmalılı tefsirinde belirtilmiştir. Haznevi tefsirinde de 6- Yer´e ve onu düzeltene, şeklinde çevrilmiştir.

C- KUR’AN İLE TEVRAT ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER
1- İbrahim’in babasının adı; Tevrat’a göre Tarah, Kur’an’a göre Azer.
2- İbrahim’in kurban etmek istediği oğlu; Tevrat’a göre İshak, Kur’an’a göre İsmail.
3- İsmail Tevrat’a göre peygamber değil, Kur’an’a gore peygamber.
4- Süleyman; Tevrat’a göre kral, Kur’ana göre peygamber.
5- Davud; Tevrat’a göre kral, Kur’ana göre peygamber.
6- Cennette Havva’yı aldatan Tevrat’ta yılan, Kur’an’da şeytan.
7- Tufan Tevrat’a göre tüm dünyaya, Kur’ana göre sadece Nuh’un kavmine.
8- Nuh’un gemisi; Tevrat’a göre Ararat dağına, Kur’an’a göre Cudi dağına.
9- Haman; Tevrat’ta Pers kralının yardımcısı, Kur’ana göre firavunun taş ustası.
10- Tanrının adı; Tevrat’ta YHWH, Kur’an’da Allah.
11- Tevrat’a göre insan, tanrının suretinde yaratılmıştır. Yani tanrı, insanın en mükemmel halidir. Ama Kur’an’a göre Allah’ın eşi-benzeri yoktur.
12- Putlara tapmadığı için ateşe atılan; Tevrat’ta 3 Yahudi, Kur’an’da İbrahim.
13- İmran; Tevrat’a göre Musa’nın babası, Kur’an’a göre İsa’nın dedesi.
14- Savaşa giderken, dizlerinin üzerine çökerek su içen askerlerin komutanı Tevrat’a göre Gideon, Kur’an’a göre Talut.
15- Deve eti Tevrat’ta haram, Kur’an’da helal.
Yahudiler Muhammed’e gelip; ” Sen İbrahim’in tevhid dinini getirdiğini söylüyorsun ama o senin gibi deve eti yemezdi, çünkü haramdı.” derler. Bunun üzerine gelen ayette şöyle der:
Ali İmran-93. Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helal idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”
Tevrat’ı okuduğumuzda devenin yasak edilmiş olduğunu görmekteyiz:
Levilile 11:4-24. Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır.
Bu durumda deve daha sonra temiz ve eti yenebilir hale evrimleştirilip mi helal kılınmıştır? Yoksa zaten temiz ve helaldi de Tevrat mı tahrif edilmiştir? Sebebi Kur’an’da belirtilir:
Enam-146. Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve koyunların ise, sırtlarında veya bağırsaklarında bulunanlar, ya da kemiklerine karışanlar dışındaki içyağlarını (yine) onlara haram kıldık. İşte böyle, azgınlıkları sebebiyle onları cezalandırdık. Biz elbette doğru söyleyenleriz.
Dünya halklarından sadece Yahudilere konan bir yasakmış!!
D- KUR’AN İLE İNCİL ARASINDAKİ ÇELİŞKİLER
1- İsa bebekken, İncil’e göre mucize göstermemiş, Kur’an’a göre göstermiştir. Konuşmuş ve peygamber olduğunu söylemiştir.
2- İsa, İncil’e göre çarmıha gerilmiştir. Kur’an’a göre çarmıha gerilen İsa değil, İsa’ya benzeyen başka biridir.
3- Kur’an’a göre İncil’de Ahmet’den bahseder, İncil’de Ahmet ismi geçmez.
4- Şeytan, İncil’e göre melek, Kur’an’a göre cindir.
5- Şeytan, İncil’e göre Tanrı ile aynı mertebeye ulaşmak istediği için, Kur’an’a göre ise Adem’e secde etmediği için lanetlenmiştir.
6- İncil’e göre iyilikler Tanrıdan kötülük şeytandan, Kur’an’a göre hayır da şer de Allah’tandır.
7- İncil’de bir aziz olarak geçen Yahya’nın babası Zekeriya, Kur’an’da peygamber olarak geçer. Buna karşın Tevrat’taki Zekeriya peygamberden hiç bahsedilmez. Yani Kur’an’da Meryem’ler karıştırıldığı gibi, Zekeriya’lar da karıştırılmıştır
submitted by karizma_huso to KGBTR [link] [comments]

Boyun Eğmeyen Hayalperest: Kafka inançlı biri miydi? – Michael Löwy

https://preview.redd.it/dwreujquecf61.jpg?width=154&format=pjpg&auto=webp&s=006996a49466c9901a37d3ed85bfcf032ed38271
Özgürlük Dini ve Mesel Kanun Önünde (1915)
Ne olursa olsun, romanın sonucu hem “karamsar” hem de son derece anti-konformisttir. Bu sayfalarda kurbana duyulan merhamet ve onun gönüllü itaatinin bir eleştirisi ile birlikte kendini gösteren Kafka’nın asi-parya duyarlılığı ifade bulur. Bu satırlar, bir direniş çağrısı olarak okunabilir…
Kafka inançlı biri miydi? Haziran 1914’te Grete Bloch’a yazdığı bir mektupta kendini asosyal biri olarak, Museviliğinin “Siyonist olmayan (Siyonizme hayranım ve tiksiniyorum) ve inançsız” niteliği nedeniyle cemaatten dışlanmış biri olarak tanımlar. Notları ve aforizmaları incelendiğinde, kuşku ile iman arasında sürekli gidip geldiği izlenimi edinmek mümkündür. Kimi zaman, insandaki “sarsılmaz bir şey”e olan güvenini ileri sürer ki bunun ifade olasılıklarından biri “kişisel bir Tanrı’ya inanç”tır; kimi zaman ise, sonraki paragrafta, soğuk bir üslupla şu saptamada bulunur: “Gökyüzü sessiz, yalnızca sessizliği yankılıyor.” Bu ikili yaklaşım, umut ile umutsuzluğun incelikli girişikliği, kimi zaman tek ve aynı bölümde ifade bulur, tıpkı ışıkla ilgili şu muamma meselde olduğu gibi: “Dünyanın kiri pasına bulanmış gözlerle bakınca, durumumuzun uzun bir tünelde kazaya uğramış bir tren yolcularınınkinden kalır yeri yok; hem tünelin öyle bir yerinde kazaya uğranmıştır ki, girişteki ışık görünmez olmuştur artık; çıkıştaki ışık ise henüz öylesine küçüktür ki, seçilebilmesi için gözlerle hayli aranması gerekmektedir. Hatta tünelin bir başı ve sonu bulunduğu bile kesin değildir.”
Bununla birlikte, Kafka’nın tamamlanmamış büyük romanlarına tuhaf bir dinsellik atmosferinin sinmiş olduğu da inkâr edilemez. Bu atmosfer bir Yahudi Mesihçiliğinden mi kaynaklanmaktadır? Bu esrarengiz, dağınık, çitfanlamlı tinselliği nasıl nitelendirebiliriz? Kaynaklara ilişkin tartışmalı sorunu –Kierkegaard, irfan, kabala, Kutsal Kitap ya da Hasidilik– bir yana bırakırsak, bu dinsel bakışın anlam taşıyan yapısı nedir? Max Brod’un inanıyor gözüktüğü, umut ve iman dolu, pozitif bir Mesihçilik midir bu? Brod, dostunun “pozitif” bir imgesini ne pahasına olursa olsun inşa etme teşebbüsüne rağmen, onun büyük roman ve eskizlerinin negatifliğin egemenliği altında olduğunu kabullenmek zorunda kalır: yine de bunu “uydurma dehasına” ve “son derece korkutucu hayalgücüne” atfederek bundan kurtulmaya çalışır…
Kafka’nın yazılarının Mesihçi boyutu Gershom Scholem ve Walter Benjamin arasında 1934-1935 yıllarındaki mektuplaşmaların odak noktasıdır. Bu mektuplaşmaları yorumlayan Scholem daha ilerde, dostu üzerine bir denemede şunu yazacaktır: “Benjamin Kafka’nın dünyasında Yahudi kategorilerinin negatif biçimde tersine döndüğünü (negativen Umschlag) görür. Olumlu doktrin yoktur. Tek varlığını sürdüren şey […] henüz formüle edilemeyecek olan dar anlamda ütopik bir vaattir… Benjamin Kafka’da pozitif Vahiy anlamını yitirmiş olan ama yoğunluğundan hiçbir şey kaybetmemiş bir Museviliğin theologia negativa’sının bulunduğunu biliyordu.”
Bence theologia negativa kavramı, Kafka’nın romanlarında mevcut din sorunsalının kendine özgü biçimini en uygun şekilde tek açıklayabilen şeydir. Mesihçi kefaret –ve de, görmüş olduğumuz gibi, liberter ütopya– Kafka’da içi boş bir halde belirir, mevcut dünyanın siyah konturu tarafından satır arasında çiziktirilmiştir. Başka deyişle, Kafka’nın yazıları saçmalığa, otoriter adaletsizliğe ve yalana teslim edilmiş bir dünyayı, mesihçi kefaretin ancak negatif olarak, radikal yoklukla kendini gösterdiği özgürlüksüz bir dünyayı tasvir etmektedir. Adorno’un gayet iyi belirttiği gibi, Kafka’da, “toplumun bireyin bedenine (einbrennt) kaydettiği yaralar birey tarafından toplumsal yalanın rakamları olarak, hakikatin negatifi olarak okunur.” Yalnız hiçbir pozitif mesaj olmamakla kalmaz, geleceğe dair Mesihçi vaat de, çağdaş dünyayı cehennemi olarak tahayyül etme (ve reddetme) tarzında, belki de bu dini tarzda zımnen mevcuttur. Kafka’nın “teoloji”si –bu terimi eğer kullanabilirsek– demek ki belirgin bir anlamda negatiftir: onun konusu dünyada Tanrı’nın var olmaması ve insanların kefaret yoluyla kurtulamamasıdır. Bu zıt durum, bu negatif Gegenstück [denklik], romanlarda olduğu kadar aforizmaları oluşturan paradokslarda da görülür.
Theologia negativa’ya, yani Kafka’nın negatif Mesihçiliğine politik alanda denk düşen şey bir tür utopia negativa’dır. İkisi arasında çarpıcı bir yapısal benzerlik vardır: Her iki durumda da, kurulu dünyanın pozitif tersi (liberter ütopya ya da Mesihçi kefaret) kökten namevcuttur ve insanların yaşamını düşkün ya da anlamdan yoksun olarak tanımlayan şey tam da bu namevcut olma halidir. Lanetli bir çağın dinsel işareti olan kefaret yokluğuna, bürokratik keyfiyetin boğucu evreni içinde özgürlük yokluğu denk düşer. İki “negatif” konfigürasyon arasındaki seçmeli yakınlık, burada, romanların anlamlı yapısını şekillendiren mahrem bir ortaklığa varır: Bireyin (“bir köpek gibi”) ezilmesi ya da özgürlüğün kesin olarak inkârı, tam da dünyanın kefaretle kurtulamamasına işaret eder –tıpkı, tersine, bireyin sınırsız (dinsel) özgürlüğünün mesihin gelişinin habercisi olması gibi.
Negatif teoloji ile negatif ütopya arasındaki seçmeli yakınlık, muhtemelen, Kafka’nın yazılarının muammalı ve tekil manevi niteliğinin temel bileşenlerinden biridir.
Bu liberter maneviyatı Vor dem Geselt (Kanun Önünde) meselindeki kadar yoğun biçimde bir araya getiren pek az metin vardır. Söz konusu edilen, Kafka’nın en ünlü ve sağlığında yayımladığı ender metinlerden biridir. Dava’nın bu bölümü onun gözde yazılarından biriydi ve nişanlısı Felice’ye bunu okumaktan hoşlanırdı. Günlük’ünde bunu bir “efsane” olarak belirtir, ancak romanda yalnızca bir “hikâye” olarak adlandırır. Ama not defterlerine ve Günlük’üne ışıl ışıl mücevherler gibi dağılmış olan bu tür kısa ve paradoksal yükü fazla metinlerden söz ederken sık sık kullandığı mesel (Gleichniss) terimi belki de en uygunudur.
Bu metnin –Kafka’nın sağlığında yayımlanmış olan Dava’nın iki bölümünden biri– yazarı tarafından Prag’daki Bar Kochba çevresinin dergisi Selbstwehr’e (Özsavunma) gönderilmiş olması bir tesadüf değildir. Dergi de bu yazıyı 1915’te yayımladı: bu yayın organının Siyonist doktrinini ille de paylaşması gerekmese de, Kafka, derginin kendi kaderini belirleme idealine ilgisiz değildi.
Çokanlamlı ve muammalı bu yazı, Kafka’nın maneviyatının en özlü kısmını birkaç paragraf içinde yoğunlaştırmış gibidir: yalnızca Dava’nın kendisine değil, Praglı yazarın bütün eserlerine de güçlü bir ışık tutmaktadır. Bu paradoksal bir metindir; hem yumuşak hem acımasız, hem basit hem son derece karmaşık, hem şeffaf hem geçirimsiz, hem aydınlık hem karanlık. Kafka’nın sanatını tüm gücü içinde sunan bu metnin yaklaşık bir yüzyıldır birkaç kuşak okur ve eleştirmene sürekli musallat olması şaşırtıcı değildir.
Josef K.’nın katedral ziyareti sırasında bir rahibin anlattığı meselin kapsamı bilinmektedir: Bir taşralı Kanuna erişmek ister; ama Kanunun kapılarının bekçisi girmesine izin verilemeyeceğini ona açıklar. O, bekçilerin yalnızca birincisidir, diğerleri, içerde bulunanlar, çok daha güçlüdür. Adam boş yere izin koparmayı bekler. Bir taburenin üzerine oturarak yıllarca bekler ve olduğu yerde yaşlanır. Tam öleceği sırada son bir soru sorar: “Bunca yıl benden başka kimse içeri girmeyi nasıl oluyor da talep etmedi?” Bekçi cevabı kulağına fısıldar: “Girme iznini başka kimse alamazdı, çünkü bu giriş yalnızca senin için yapılmıştı. Artık ben gidiyorum, kapatıyorum.”
“Kanonik”, neredeyse kutsal kitapvari belge niteliğiyle bu efsane, yorumlara, deşifre etme çabalarına, açıklama ve karşı-açıklamalara, aşırı yorumlara, disputationes’e ve ihtilaflara yol açar. Kafka’nın kendisi, anlatının anlamı üzerine Josef K. ile rahip arasında teolojik ve hermenötik uzun bir tartışmanın meselini bize sunarak bu egzersize seve seve kalkışır –hiçbir sonuca varmayan ve tüm soruları ertelenmiş bırakan tartışma. Josef K. adamın bekçi tarafından aldatıldığına ister istemez inanırken, rahip ona ruhbanların klasik argümanıyla cevap verir: Bekçinin haysiyetinden kuşku duymak, “kanundan kuşkulanmak olur.” Bekçinin otoritesi hakikatten çok daha üstündür: “Her şeyin doğru olduğuna inanmak zorunda değiliz, bunu gerekli görmek yeter.” Bu övücü akıl yürütme Josef K. tarafından kendiliğinden reddedilir. K. bunu, son derece güçlü bir ifadeyle, evrensel bir düşkünlüğün işareti olarak tanımlar: “Üzücü görüş… Yalanı evrensel düzen haline getirmektir bu (die Lüge wird zur Weltordnung gemacht).”
Bu meselin anlamı nedir? Bunun anlamını aydınlatmaktan umudunu yitiren kimi okurlar şaşkınlıklarını gizlemezler. Bu umutsuzluğu kimse Jacques Derrida kadar yetenekli ve zarif ifade edememiştir. Derrida, “Önyargılar” başlıklı 1982 tarihli parlak bir konferansta bunu dile getirmiştir. Filozof, Kant’a, Freud ve Heidegger’e –boş yere– göndermeler yaptıktan sonra şunu itiraf eder: “Şerh düşme riskini göze aldım, yorum üstüne yorum yaptım, sorular sorup sorulardan kaçındım, genel geçer çözümlemeleri bir yana bıraktım” ve sonuçta, “muammaları el değmeden” bıraktım. Dokunulmadan bırakılan alanlardan ikisi bana oldukça ilginç gelmektedir. İşte bunlardan ilki: “Konumu gereği taşralı adam kanunu tanımaz, kanun her zaman için sitenin, şehirlerin ve kurumların kanunudur, korunan kurumlar, çitler ve sınırlar, kapılarla kapanmış uzamlar.” Engeller ve çitler –Latince canceli; Almanca Kanzleai sözcüğü de buradan türemiştir– dinsel anlam taşımaz ve insanların inşa ettiği engeller olarak demistifiye edilmiştir.
İkincisi de taşralı adamın tutumuyla ilgilidir: “İnsan, kanuna olmasa da mekânlara nüfuz etmenin doğal ya da fiziksel özgürlüğüne sahiptir ve […] şunu iyi saptamak gerekir, o içeri girmeyi kendi kendine yasaklar.” Kanun “insanın kendi kendini ‘özgürce’ belirlemesine izin verir, oysa ki kanuna nüfuz etmeyi kendi kendine yasaklama şeklindeki bu özgürlük kendi kendini ortadan kaldırır.” Bence Derrida burada efsanenin temel noktasına isabet etmektedir. Bir süre sonra ise bundan vazgeçerek şu sonuca varır (ama bu gerçekten bir çözüm müdür?): “Metnin okunamazlığı; tabii bundan anlaşılması gereken şey, onun asıl anlamına, kıskançça yedekte tuttuğu, belki de dayanıksız içeriğe erişmedeki imkânsızlığımızdır.” Başka deyişle: “Bizler, açık seçik hiçbir şey söylemeyen, anlatının kendisi dışında tanımlanabilir hiçbir içerik sunmayan bu metinle karşı karşıyayız; yine de ölüme varana dek bitmeyen bir farklılık kesinlikle dokunulmazlığını korur. Dokunulmaz: Bundan benim anladığım şey, temas edilemez olmak, ele avuca sığmaz ve sonuçta kavranılmaz, anlaşılmaz olmaktır.”
Yorumcuların çoğu böyle bir geçirimsizlik protokolu’yla yetinmeyi reddederler ve her şeye rağmen, işi az çok şansa bırakarak, meselin hakikat yükü’nü bulmaya çalışırlar. Bu okumaların bazıları bence yanlış anlamadan kaynaklanmaktadır: Bunların tek yaptığı işin özüne teğet geçmektir. Özellikle Max Brod’un durumu budur. O, meselin lafzını ve özünü Yakup’un kitabıyla karşılaştırmaktadır: “Tanrı’nın iradesi bizim gözümüzde mantıkdışı, daha doğrusu bizim insan mantığımıza grotesk anlamda karşıt bir yan edinir. […] Yakup’un kitabında Tanrı, aynı şekilde, insana saçma ve adaletsiz gelen edimlere girişir. Ama bu insan gözü için yalnızca görünümde böyledir ve nihai sonuç, Yakup’ta olduğu gibi Kafka’da da, insanın yararlandığı ölçülerin, Mutlağın dünyasındaki ölçümlerle aynı olmadığıdır.” Brod’a göre, yalnızca mesele değil iki büyük romana da –Dava ve Şato– uygulanan oldukça naif bu yorumun yarattığı sıkıntı, Kafka’nın yazılarında bu “nihai çözüm”ü belirten hiçbir şeyin olmamasıdır.
Aynı kuşkuculuk Hartmut Binder’in okumasına da uygulanabilir. O, iki yüz sayfalık oldukça âlimce yorumdan sonra, meselin, Kafka’nın ailesiyle ya da nişanlısı Felicie’yle yaşadığı tarzdaki bazı insan ilişkilerinde (Beziehungsfallen) görülen açmazı ya da double bind’i şekillendiren bir tür alegori olduğu sonucuna varmaktadır. Nihayet, kitabı genellikle ilginç yaklaşımlarla dolu olan Guiliano Baioni de, romanda meselin işlevinin “son derece estetik” olduğunu yazarak yanlış bir yol tutmaktadır: Mesel “biçimsel sanların mükemmelliği”ni, daha doğrusu “kaosun keyfiliği karşısında biçimin zorunluluğu”nu temsil etmektedir. Bu tür yorumlamalarda kaybolan şey, metnin eleştirel, politik-dinsel ve derinlemesine yıkıcı boyutudur.
Bu yazıyı, Kafka’nın tinselliği, etik-toplumsal inançları ve özellikle liberter esinli anti-otoritarizminden oluşan daha geniş bir çerçeveye yerleştirmeden anlayamayız. Bu anti-otoritarizm –politik bir tercih olmaktansa varoluşsal bir tutum, sitz im Leben– nasıl olup da dinsel alana tercüme edilmeyebilir? Bu anti-otoritarizm tanrısallığı temsil ettiğini iddia eden ve onun adına dogmalar, doktrinler, yasaklamalar dayatan her iktidar karşısında bir red biçimini alır. Sorgulanan şey, tanrısal otorite –tabii eğer böyle bir şey varsa– olmadığı gibi, dinsel kurumların, ruhbanın ve diğer kanun bekçilerinin otoritesi de değildir. Kafka’nın dini –bu deyimi kullanabileceğimiz ölçüde–, heterodoks Yahudi esinli, terimin en güçlü ve en mutlak anlamında bir tür özgürlük dini (bu terim dostu Felix Weltsch’e aittir) olabilir.
Bu tinselliğin kaynaklarını –araştırmacıların sıklıkla zikrettikleri irfan ya da Kabala gibi– uzak ve esrarengiz ezoterik doktrinlerde değil, Praglı kimi Yahudi dostlarının yazılarında aramak gerekir: Hugo Bergmann ve Felix Weltsch.
Kafka’nın çocukluk arkadaşı ve aynı lisenin öğrencisi olan Hugo Bergmann 1913 yılında Prag’da çıkan derleme kitap Vom Judentum’da (kütüphanesinde yer aldığına göre Kafka tarafından bilinmektedir), “Adın Kutsanması” (Kiddush Hashem) adlı bir deneme yayımlar. Bergmann’a göre, Yahudilikte insan varlığını nesneler dünyasından ayırt eden şey, özellikle özgürlüktür, özgür karardır, koşullandırmaların ağından kurtulma, kısıtlamaları reddetme kapasitedir. Yahudi anlayışı açısından insan varlığı hem yaratıdır hem yaratan. Bir şey gibi dış bir güç tarafından harekete geçirilmesi gerektiğinde yalnızca yaratıdır; yabancı zorunlulukların zincirinden kurtularak etik eyleme özgürce yükseldiğinde ise yaratıcıdır. “Ahlaki varlık olarak insan varlığı kendi kendinin yaratıcısıdır (Selbstschöpfer), diye bize açıkça öğretir Talmud (Sanhedrin 99b). Ve işte –Zohar’ın dilinden (I, 9b, 10a)– insan varlığının amacı: Bir sarnıç, yabancı suyu içinde tutan basit bir kap değil, kendi suyunu fışkırtan kaynak olmak.”
Kafka’nın Hugo Bergmann karşısında, dostluk, saygı ve eleştirel mesafe karışımı içindeki tavrı muğlaklıktan uzak değildir. Günlük’ün 17 aralık 1916 tarihli ilginç bir notu, dostunun “Musa ve Şimdiki Zaman” temalı bir konferansına gönderme yapmaktadır. Muhtemelen daha ilerde biraz farklı bir başlıkla yayımlanacak metin budur: “Pessah ve Çağımızın İnsanları.” Bergmann burada Yahudilere “Özgürlüğün ve Eylemin İncil’i”ni getirmiş olan Musa’ya saygısını, günümüzde “koşullandırmaların, uzlaşmaların ve hakikat-olmayan şeylerin kölesi olmuş” Yahudileri daha iyi eleştirmek için belirtir. Sonuç, soru biçimindedir: “Çağımızın zincirlerinden kendimizi kurtarmayı başarabilecek miyiz?” Kafka öncelikle dostunu överken, onun sözlerinin yol açtığı “saf izlenim”i belirtir. Ama hemen ardından ondan ayrılır: “Benim bu görüşle hiç alakam yoktur.” Bütün konferansın esinlediği Siyonizm midir kastettiği, yoksa çağdaş Yahudilere yönelik eleştirisi mi? Buna karar verilemez… Bir sonraki cümleye gelince, yine uygun bir tutum ileri sürüyor gibidir: “Gerçek ve korkunç yollar özgürlük ile kölelik arasında kesişir, bir sonraki parkur için rehber yoktur, geride kalmış yol ise anında yok olmuştur.” Bence bu yorum Bergmann’ın konferansının bir özetinden ziyade, bu konferanstan yola çıkan Kafka’ya özgü bir açıklamadır. Her koşulda, bir anlamda her ikisi için de ortak olan bu “özgürlük dini”nden yola çıktığı tartışmasızdır.
1912’den bu yana Kafka’nın en yakın dostlarından biri olan Felix Weltsch’e gelince, onun 1920 tarihli Gnade und Freiheit (“Lütuf ve Özgürlük”) adlı kitabında Yahudiliğin, özgür iradenin dünyaya müdahalesinin metafizik, hatta “büyülü” olasılığını düzenleyen “özgürlük dini” olarak yüceltildiği görülür. Felix Weltsch’e göre, İbrani geleneğinde bir “lütuf dini” de vardır, ama Kabala’da da Hasidilik’te de baskın çıkan “özgürlük dini”dir ve bunun uzantıları Alman düşüncesinde (Schelling, Fichte) olduğu kadar çağdaş Yahudilikte de (Buber) görülür. Lütfa iman dinginciliğe götürürken, özgürlüğe iman da eylemciliğe ve özgür eylem etiğine götürür ve bu eyleme, yenilgisinden ya da başarısından bağımsız olarak, mevcut haliyle değer verilir. Kafka, dostuna yazdığı bir mektupta, bu kitaba ve özellikle “Schöpferische Freiheit als religiöses Prinzip” (“Dinsel İlke Olarak Yaratıcı Özgürlük”) adlı son bölümüne duyduğu büyük ilgiyi belirtmişti. Felix Weltsch’in iradeciliğine olan sempatisi Günlük’ün kimi bölümlerinde de kendini belli ediyordu. Örneğin 16 Aralık 1916 tarihli notta dostunun kendine güvenini över ve felsefesini şöyle özetler: “İmkânsızı istemek gerek.”
Kafka’nın dostlarının tüm fikirleriyle ille de hemfikir olması gerekmediği ve Kafka’nın kendi tinselliğinin herhangi bir “etki”yle açıklanamayacağı aşikârdır. Yine de, bir yanda Hugo Bergmann ile Felix Weltsch’in çalışmaları ve diğer yandan Kafka’nın dinsel kapsamlı kimi metinleri arasında belli bir yakınlık, “ailevi bir hava” vardır.
Max Brod örneği farklıdır, çünkü o çok daha mütereddit ve eklektiktir. Öncelikle Schopenhauerci tarzda katı bir determinizmin yandaşı olarak, Bergmann ile Weltsch’in ortak etkisi altında, özgürlük dinine katılmıştır. Bunun en başarılı edebi ifadesi Tycho Brahes Weg zu Gott (Tycho Brahé Tanrı’ya Gider) adlı 1915 tarihli romanıdır. Otobiyografik esinli bu eser, insan varlığının özgür karar yeteneğini yüceltmektedir. Kitap yazarı tarafından Kafka’ya ithaf edilmiştir. Bununla birlikte, birkaç yıl sonra, kişisel bir krizin ardından, Max Brod, Tanrı’nın kendisinin de insan eylemine bağlı olduğu fikri üzerinde temellenen bu aktivist din anlayışından uzaklaşarak, Heidentum, Christentum, Judentum’da (1920) tanrısal lütuf (Gnade) ve insanın güçsüzlüğü teolojisinin savunucusu olur. Kafka dostunun ilk kitabını ne kadar sevmişse, ikincisi karşısında da o ölçüde çekinceleri vardır. Max Brod’a yazdığı 7 Ağustos 1920 tarihli bir mektupta, paganlığa dair –haksız olduğunu düşündüğü– sunumu eleştirir: Yunanların dinsel evreni “Yahudi Kanunundan daha az derindi ama belki de daha demokratik (ne şef vardı ne de din kurucuları), belki de daha özgürdü (özgürlüğü kısıtlıyordu, ama rasgele bir şey yüzünden değil)…” Bu bölümde bana önemli gelen şey, Yunan pagancılığının –az çok provokatif bir tarzda– övülmesinden çok, şefin ve otoritelerin olmadığı özgür ve “demokratik” bir dinin idealleştirilmiş görünümüdür.
Kafka’nın edebiyatla ilişkisi de bu “özgürlük İncil’i”ne bulanmıştır. Mesleki ve ailevi yaşamı ile edebi yaratı arasındaki karşıtlık –Günlük’ü boyunca yakasını hiç bırakmayan bir şikayet gibi tekrar tekrar gelen bu sürekli parçalanma– genellikle kölelik ile özgürlük arasındaki bir antagonizma olarak sunulmuştur: “(Hayatımın geri kalanı tarafından bile olsa kölelik durumunda tutulan) edebi yaratının aşağı ıstıraplarından belki de beni beklemekte olan daha yüksek özgürlüğe geçmek istesem de buna erişmeye hakkım olmadığını biliyorum.”
Kafkaesk “özgürlük dini” ve dinsel otorite eleştirisi en saf ifadesini Kanun Önünde adlı allak bullak edici meselde bulur. Bu esrarengiz ve büyüleyici metnin yüzyıl boyunca yol açtığı sayısız ekolden yorumlama arasında bana en akla yatkın geleni, Kanun bekçisini, –Yakup gibi taşralı adam da kendisini onun karşısında eli kolu bağlı bulur– akıl sır ermez tanrısal adaletin temsilcisi olarak değil, Josef K.’nın sözünü ettiği yalan üzerinde temellenen bu Weltordnung olarak gören yorumdur. Bu yöndeki ilk yorumcu her daim dostu olan Felix Weltsch’den başkası değildir. Weltsch, özgürlük felsefesine sadık kalarak, 1927 yılında yayımladığı bir makalede şunu yazar: Taşralı Adam başarısız kaldı çünkü iznin olmadığı bu kapıdan geçerek Kanuna götüren yolu tutmak istemedi.
Başka deyişle, taşralı adam gözünün korkutulmasına ses çıkarmadı: onun içeri girmesini engelleyen şey güç değil, korkudur, kendine güven yokluğudur, otoriteye sahte itaattir, boyun eğmiş pasifliktir. Eğer kaybetmişse, “kendi kişisel kanununu, tiranlığı bekçinin kişiliğinde temsil bulan kolektif tabuların üzerine çıkarmaya cesaret edemediği içindir.” Bazı açılardan, kapı bekçisi aşırı-güçlü bir baba imgesidir ve oğlun kendi bağımsız yaşamına girmesini engeller. İnsanın Kanuna ve yaşama doğru engeli aşamamasındaki derin neden, korku, tereddüt ve cesaret yokluğudur. Girme hakkı için yalvaran kişinin kaygısı –Angst–, kapıcıya yolu kesme gücünü özellikle veren şeydir.
Dinsel otoriteye gelince, rahip –aslında mahkûmların din adamı– yanıltıcı teolojik söylemiyle, bekçinin konumunu “doğru değil ama zorunlu” olarak haklı göstermeye çalışır ve onun argümantasyonu, Hannah Arendt’e göre, “bürokratlar son tahlilde zorunluluğun görevlileri olduklarından, bürokratların kendi için zorunluluğa inanç şeklindeki içsel inançlarını ve gizli teolojilerini” temsil eder. Rahibin gönderme yaptığı “zorunluluk” Kanunun zorunluluğu değil, hakikate erişmeyi engelleyen çürümüş ve düşkün dünyanın kanunlarının zorunluluğudur. Bu yorum, bence, Kafka’nın bütün eserlerini –deyim yerindeyse, içerden– aydınlatan anti-otoriter duyarlılıkla uyum içinde olan tek yorumdur.
Üslubu ve ruhu bakımından Kanun Önünde genellikle Talmudi metinlerle, midrashim’lerle (şerh), haaagdoth’larla (anlatılar), hatta Hasidi masallarıyla karşılaştırılmıştır. Martin Buber’in 1906 tarihli Die Geschichten des Rabbi Nachman’ında (Haham Nachman’ın Hikâyeleri) aktardığı ve “Haham ve Biricik Oğlu” başlıklı Bratzlevli Nachman’ın Hassidi efsanelerinden biriyle arasındaki benzerlik üzerinde birçok yorumcu ısrarla durmuştur. Bu bir hahamın hikâyesidir. Çok yetkin bir genç olan hahamın oğlu, köylerinden birkaç gün uzaklıkta oturan bir zaddik’i ziyaret edebilmek için yanıp tutuşmaktadır. Hassidiliğin yeminli düşmanı olan baba bu yolculuğa karşı çıkar ve her türlü argüman ve engeli önüne sererek, oğlunun yolculuğa çıkmasını önlemeye çalışır. Sonuçta, arzusunu gerçekleştirmekten umudunu kesen oğul ölür ve vicdan azabı ve üzüntü içindeki baba baş zaddik’e doğru yolculuğa çıkar. Kuşkusuz ki Kafka’nın, kendi kuşağından Alman kültürlü Yahudi entelektüellerinin çoğu gibi, Buber’in kitabını okuduğunu varsayabiliriz, ama bence bu efsane ile Kanun Önünde meseli arasında, bir kişinin hedefine ulaşmasını, ölümüne dek engelleyen maniler şeklindeki fazlasıyla genel geçer biçimsel bir yandan başka, öze dair en ufak bir benzerlik bulmak mümkün değildir.
Buna karşılık, Kafka’nın efsanesi ile Musa’nın Sinai Dağı’nda kalışı sırasında göğe yükselişi üzerine Midrash’ın bir anlatısı –Pesikta Rabbati– arasındaki –yakın dönemde bir Alman araştırmacının ortaya koyduğu– şaşırtıcı benzerlikten etkilenmemek mümkün değildir. Göğün kapılarına varan Musa, yolunun bir bekçi melek tarafından kesildiğini görür. Kemuel adlı bu melek onun Yüce Tanrı’nın huzuruna çıkmasını yasaklar. Peygamber hiç tereddüt etmeden bekçi meleği öldürür ve gökteki yoluna devam eder. Bir süre sonra ikinci bir melekle, ardından üçüncü bir bekçi melekle karşılaşır. Her ikisi de ilkinden çok daha güçlüdür: ikincisi ilkinden altı yüz kere daha büyüktür, ama üçüncüsüne yaklaşmaya cesaret edemez, çünkü ateşi onu yakar. Bu, Kafka’nın metninde bekçinin savını neredeyse harfiyen hatırlatmaktadır: “Üçüncü bekçi benden bile çok güçlü, görmeye dayanamıyorum.” Midrash’ta Musa sonunda Her Şeye Kadir Tanrı’nın huzuruna çıkabilir, bekçi meleklerin tehlikelerini aşmasına o yardım eder. İlginç olan şey, eğer iki anlatı karşılaştırılırsa, hem benzerlik –Kafka’nın bu Midrash’ı bildiğine dair hiçbir kanıt olmasa da– hem de farklılık bulunmasıdır: Taşralı Adamın tersine, İbrani peygamberi eşikteki bekçinin cesaretini kırmasına izin vermemiştir ve cesurca bir eylem sayesinde Kanuna giden yolu açmıştır.
Kafka, geleneksel yasakları aşarak kendi yollarında gitme cesaretini göstermiş kişilere olan hayranlığını asla gizlemedi. E. Minze’ye yazdığı ve Kasım 1920 tarihli bir mektupta 1915 efsanesinin bir yorumuna benzeyen bir bölüm bulunur: Yazar, kız arkadaşına Lily Braun’un Bir Sosyalistin Anıları’nı okumasını tavsiye eder. Hayranlık uyandıran bu kadın “sınıfının ahlakından çok çekmiştir (böyle bir ahlak her koşulda yalancıdır, bilincin karanlığı yine de bunun ötesinde başlar), ama savaşçı bir melek gibi mücadele ederek kendi yolunu açmıştır.” Taşralı adam, Kanunun korkunç bekçi meleklerinin tehdidi karşısında yılarak dünyanın yalancı düzenine boyun eğerken, sosyalist kadın kendi sınıfının (burjuvazi) yalancı ahlakını reddeder ve “savaşçı bir melek gibi mücadele ederek” ileri gitmeye cesaret gösterir.
1914-1915’te, Dava’yı (ve dolayısıyla Kanun Önünde meselini yazarken) Kafka Lily Braun’un kitabını keşfeder; nişanlısı Felice Bauer’e bir nüshasını gönderir (Nisan 1915). Bir süre sonra da birçok dostuna gönderir: “Anılar’ı kısa süre önce Max’a [Brod] verdim, hemen sonra da Ottla’ya verdim, sağa sola verip duruyorum. Bildiğim kadarıyla tarihte bize en yakın, üstelik de bizim için en somut olduğu kadar en canlı cesaret kaynağı o.” Böyle bir coşkunun nedeni nedir? Birçok açıdan bu sosyalist kadının fikirleri Praglı yazarın “özgürlük dini”ne yakındır: “Dinimin kilisesini yavaş yavaş, taş üstüne taşı çabayla yığarak inşa ediyorum. Eserimin tamamlandığını gördükçe bir mutluluk duygusu beni ele geçiriyor ve benim olmayan herhangi bir inancın bana dayatılmasını kabul etmeme yönünde kesin kararımı aldım.”
Shelley’in “Korkma! Tahakküme ve yalana karşı savaşı sürdür!” ve Nietzsche’nin “Kendi kendine boyun eğ!” öğütlerini dinleyen Lily Braun, “boyun eğme, aşağılanma, kadere teslimiyet ve üsttekilere itaat adına kendine itaat etmeme”yi mahkûm eder. Elbette ki bu Anılar’ın Kafka üzerinde herhangi bir “etki”si olduğunu ileri sürecek değilim. Yalnızca, Kafka’nın kitaba yönelik açıkça belirtilen ve belirgin ilgisi, özgür ruhlu ve baş eğmez bu kadının ifade ettiği duygularla ortaklığa ve bunlara yönelik sempatiye kanıttır. Bu sempati, 1915 meselinin metnini beklenmedik bir ışıkla aydınlatır.
Kanun bekçileri karşısında çekinme/itaatsizlik ikilemi bir başka meselde kendini gösterir. “Kanunlar Üzerine” adlı bu meselde, kanunların sırlarını saklı tutan ve kendilerini kanunların üzerinde gören küçük bir grup soylunun tahakkümü altında bir halk söz konusudur. Çözüm hem paradoksal hem de ironiktir: “Bir parti hem Kanunlara inancı hem soyluluğu reddeder, bu parti ardında derhal tüm halkı bulur, ama bu parti var olamaz ve bunun tek nedeni de kimsenin soyluluğu reddetmeye cesaret edememesidir!”
Taşralı adam ile Dava’nın kahramanı Josef K. arasında bir paralellik kurmak ilginç olacaktır. Josef K. taşralı adam kadar pasif değildir, ama hikâyedeki iki önemli anda o da yılar. Önce, romanın başında, kendisini tutuklamaya geldiklerinde, “bütün bu hikâyenin en basit çözümü”nün bekçilerle alay etmek, “yan odanın kapısını, hatta bekleme odasının kapısını” açmak ve böylece özgürlüğe kavuşmak olduğunu sezdiğinde. Müfettişlerin tepkisinden çekinerek sonunda boyun eğer, “olayların doğal akışının ister istemez getireceği çözümün kesinliğini tercih eder.” Oysa “olayların doğal akışı”nın bu zorunlu sonucunu biz biliyoruz: Hukuk prosedürünün labirentlerinde dolaşmanın sonunda Josef K. infaz edilir. Tevekkülün ikinci ve sonuncu ânı budur: Görmüş olduğumuz gibi, cellatlarına direnmek yerine, onların iğrenç işlerine “hatır sayarak” teslim olur ve sonunda “bir köpek gibi” ölür. Efsanedeki taşralı adam özellikle bir köpek gibi tanımlanmış değildir, ama onun tavrının değersizleştirilmesi bu imgeyi büyük ölçüde esinlemektedir: konuşmaz homurdanır; bekçiye değil, kürk yakasındaki pirelere hitap eder.
Kanun kapılarının bekçisi, tıpkı Dava’nın yargıçları, Şato’nun memurları ya da “ceza sömürgesinde”deki komutanlar gibi, Kafka’nın gözünde, tanrısallığı (hizmetkârlarını, melekleri, habercileri, vs.) asla temsil etmezler. Onlar özellikle özgürlüksüz dünyanın, kefaretsizliğin dünyasının, Tanrı’nın elini eteğini çektiği boğucu dünyanın temsilcileridir. Onların keyfi, aşağılık ve adaletsiz otoriteleri karşısında tek kurtuluş yolu, boyun eğmeyi reddederek ve yasak engelleri aşarak kişinin kendi bireysel kanununu izlemesi olur. Ancak bu şekilde, ışığını kapının gizlediği Tanrısal Kanuna erişilebilir.
Günlük’ün birçok bölümüne göre, Kafka için bir eşiği aşmak ya da “kapıyı zorlama” edimi, bireyin ve özgürlüğünün kendi kendini onaylamasının bir tür alegorisidir. 1911 tarihli anlatının bir parçasına göre, “eşiği saf saf aşmak” bir tür kesin buyruktur: “İnsan kendi açından ve dünya açısından gerektiğinde ancak böyle davranabilir.” Yazarın birinci tekil şahıstan konuştuğu bir başka bölümde (6.11.1913), “bütün kapılar”dan geçiş, cesaretin ve kendine güvenin eşanlamlısıdır: “bu ani güven bana nereden geliyor? Daha sürer mi? Bütün bu kapılardan, boynumu bükmeden girip çıkabilecek miyim?” Son olarak, 1915 tarihli bir notta ise, pasif tavır olan “sakince yatarak durmak”, aktif tavır olan “dünyanın kapısını zorlama”nın karşıtıdır.
Mesihin gelişi Kafka’ya göre bu bireyci iman anlayışına, bu “özgürlük dini”ne doğrudan bağlı gözükmektedir. Tuhaf bir aforizmada (30 Kasım 1917 tarihlidir) şunu yazar: “Çığrından en fazla çıkmış bireyciliğin iman içinde mümkün olacağı an (der zügelloseste Individualismus des Glaeubens), ne bu olasılığı yok edecek birinin ne de bu yok edişe hoşgörü gösterecek birinin olacağı an, yani mezarlar açıldığında Mesih gelecektir.” Bu şaşırtıcı dinsel anarşizm –Gershom Scholem’in pek sevdiği bu kavramı kullanalım– bir başka Mesihçi notta da kendini gösterir (4 Aralık 1917): “Mesih artık ona gerek duyulmadığında gelecek, varışından bir gün sonra gelecek, sonuncu değil, en sonuncu gün gelecek.”
İki aforizma ilişkilendirildiğinde şu hipotez ifade edilebilir: Kafka’ya göre Mesihçi kefaret insanların, kendi iç kanunlarına uygun olarak, dışsal kısıtlama ve otoriteleri yıktıkları an, onların kendi eseri olacaktır; Mesihin gelişi yalnızca insani bir öz-kefaretin dinsel mükafatı olacaktır –ya da en azından bu, Mesihçi mutlak özgürlük çağının hazırlığı, önkoşulu olacaktır. Yahudi Ortodoksluğundan elbette çok uzak olan bu tutum, Buber’in, Benjamin’in ya da Rosenzweig’ın insan özgürleşmesi ile Mesihçi kefaret arasındaki diyalektik üzerine tavırlarıyla ilişkisiz değildir.
Örneğin Martin Buber’e göre, “formüle edilmemiş, dogmatik olmayan, ama her doktrin ve kâhinliğin arka planı ve bağlantısı olan merkezi Yahudi teologumen’i, dünyanın kefaret yoluyla kurtuluşu işine insan eyleminin katılımına duyulan inançtır.” Gelecek kuşaklara “işbirliği gücü” verilmiştir, etkin bir Mesihçi güç (messianische Kraft) verilmiştir. Franz Rosenzweig’e gelince, Kefaret Yıldızı adlı kitabında, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik arzusundan esinlenen insanlığın “büyük kurtuluş eserleri”nin Tanrı krallığının gelişinin “zorunlu koşulu”nu oluşturduğu olgusu üzerinde durur.
Kanun Önünde meselinde paradoksal ama çarpıcı biçimde ifade bulduğu haliyle Kafka’nın tinselliğini anlamak için, bunu aynı zamanda Orta Avrupa Yahudiliğinin “gelenek kirizi” içine yerleştirmek gerekir. Dar anlamda “sekülerleşme”den ziyade bence dinin etik içselleştirilmesinden söz etmek gerekir. Max Weber’in dünyanın dinsel red biçimlerini incelemesinde belirttiği gibi, “din bir ‘inanç etiği’ anlamında ne kadar sistematikleştirilir ve içselleştirilirse, dünyanın gerçekleriyle arasındaki gerilim o ölçüde derinleşir.” Tersine, din ritüel ve meşruiyetçi kaldığı müddetçe bu gerilim daha az kendini gösterir.
Kafka’da –Kanundan ve ritüelden uzak ama Yahudi din kültürüne bulanmış başka birçok Orta Avrupa Yahudi entelektüelinde olduğu gibi– bir “inanç etiği” adına (burada ise mutlak özgürlük adına) dünyanın reddi, içselleşmiş bir dinsel duyarlılığın aldığı biçimdir. Michael Löwy Franz Kafka: Boyun Eğmeyen Hayalperest

https://www.cafrande.org/boyun-egmeyen-hayalperest-kafka-inancli-biri-miydi-michael-lowy/
submitted by karanotlar to u/karanotlar [link] [comments]

iddia etmek ne demek video

PEJMÜRDE NE DEMEK? PEJMÜRDE NEDİR? - YouTube Sevişmeye Razı Etmek İçin Ne Demeli - Kızlara Sorduk Tekfir Etmek Ne Demek? - Ebubekir Sifil - YouTube Himmet ne demek, yardım etmek demek - YouTube Tevekkül Etmek Ne Demek - YouTube istiva etmek ne demek - YouTube Tövbe ne demek? Dikeni gül etmek, demek. - YouTube Rüyada Ben Görmek Ne Anlama Gelir, Ne demektir? ‘Kalbi bildiğini iddia etmek küfürdür’, bu ne ağır bir söz ... Kendi OHAL’ini ilan etmek ne demek, çalışanların hakları ...

iddia etmek, iddiada bulunmak ne demek? iddia etmek, iddiada bulunmak nedir? iddia etmek, iddiada bulunmak sözlük anlamı ve iddia etmek, iddiada bulunmak hakkında bilgi kaynağı. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca ve birçok dilde anlamı. iddia etmek, iddiada bulunmak TDK sözlük. iddia etmek ne demek? iddia etmek nedir? iddia etmek sözlük anlamı ve iddia etmek hakkında bilgi kaynağı. Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca ve birçok dilde anlamı. iddia etmek TDK sözlük. iddia etmek ne demek? - 2 sözlük, 2 sonuç. Güncel Türkçe Sözlük. iddia etmek anlamı sözünde direnmek, bir iddia ileri sürmek: "Selim gözleriyle görmüş gibi iddia ediyor." -P. Safa. Türkçe - İngilizce. iddia etmek anlamı fiil 1) claim 2) argue 3) aver 4) affirm 5) allege 6) contend 7) attest 8) protest 9) profess 10) assert 11) asseverate 12) declare oneself 13) enunciate 14 iddia etmek nedir iddia etmek ne demek iddia etmek eş anlamlısı iddia etmek türkçe sözlük iddia etmek anlamı ve ingilizcesi için tıklayınız. iddia etmek. şükela dışarı çıkmamalıyız." dersen, buna itiraz etmek isteyen biri önce yağmurun yağmayacağını kanıtlamak zorunda kalır. "bugün yağmur yağabilir." diyorsun, "yağmayabilir." derse bu kez kazanamaz. "yağmayacak" demek durumunda. "yağmayacak" derse de, "nereden biliyorsun?" diyebilirsin. kanıtlama yükümlülüğü onda bu sefer. sonuç olarak; dışarı İddia Etmek. sözünde direnmek, bir iddia ileri sürmek "Mahkemenin elinde bu iddiaları yalanlayacak bir belge yoktu." (Tarık Buğra) "Selim gözleriyle görmüş gibi iddia ediyor." (Peyami Safa) "Balkonda yan yana oturmuş, bir yandan tutulan ayı izlerken, bir yandan da iddiaya girmiştik." (Nazlı Eray) iddia etmek teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı claim. Some claim that full-body scanners violate the Fourth Amendment. - Bazıları tam vücut tarayıcılarının dördüncü yasa değişikliğini ihlal ettiğini iddia etmektedir. allege assert contend argue argue that insist affirm suggest maintain argue for something pretend to pontificate pretend T. Buğra. Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmış gibi gösterme. Dediğinde direnme, inat. İddia kızışmış, âdeta inat hâlini almıştı. Ö. Seyfettin. Sav. ~ etmek: savlamak. Bk. sav. Bir şeyin müsbet veya menfiliğini ısrarla söylemek. iddia. İleri sürülerek savunulan düşünce, sav. Kendinde olmayan bir yeteneği, bir durumu varmış gibi gösterme. Dediğinde direnme, inat. Sav. ~ etmek: savlamak. Bk. sav. Bir şeyin müsbet veya menfiliğini ısrarla söylemek. İleri sürülen fikir. Dava etmek. İngilizce Türkçe online sözlük Tureng. Kelime ve terimleri çevir ve farklı aksanlarda sesli dinleme. allege iddia etmek put in a claim for hak iddia etmek assert ne demek.

iddia etmek ne demek top

[index] [833] [3932] [4260] [3780] [4674] [5387] [5217] [1236] [4529] [7573]

PEJMÜRDE NE DEMEK? PEJMÜRDE NEDİR? - YouTube

devamıhttp://mecmerkezi.org/WebTV/802/Sohbetler.aspx About Press Copyright Contact us Creators Advertise Developers Terms Privacy Policy & Safety How YouTube works Test new features Press Copyright Contact us Creators ... #pejmürde #pejmürdenedemek Pejmürde ne demek? Pejmürde nedir? PEJMÜRDE NEDİR? Pejmürde kelimesi dilimize Farsça'dan geçmiştir. Sıfat olarak kullanılan pejmür... Rüyada Ben Görmek Ne Anlama Gelir, Ne demektir? ... Hıdırellez'de Niyet Etmek IMeltem Güner - Ezgi Sertel ile Kadınlar Bilir - Duration: 37:12. Meltem Güner 59,169 views. 37:12 . Mısır ... Haberturk TV YouTube Kanalına Abone Ol http://hbr.tk/QNhqSsAnlamak için soran program Gerçek Fikri Ne?Eren Eğilmez, Türkiye gündeminin hafta boyu tartışı... Kızları sevişmeye razı etmek için ne demek gerek. Kızlar cevaplıyor. Sevişmeyi başlatan cümleler Yunus Emre 1. Sezon 7.Bölümden Kesitler A'RAF suresi 30- Allah, bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık lâyık oldu. Çünkü onlar Allahı bırakıp şeytanları dost edinmişlerdi. Kendilerinin d... Demiştik ki, veli bir kul, ya da her hangi bir insan diğer bir insanın kalbindekini bilebilir mi? Açıktır ki bunun iki ihtimali vardır; ya bilebilir, ya bile... Tekfir Etmek Ne Demek

iddia etmek ne demek

Copyright © 2024 top100.playrealtopmoneygame.xyz